Büyük kitle gazetelerinin hepsi aynı sadakatle aynı ideolojiye bağımlı, her gün koro halinde aynı şeyleri yazıp çizen yazarlardan çok, farklı şeyler söyleyen yazarlara ihtiyacı vardır. Ama Hıncal Uluç-Engin Ardıç tartışması, dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş durumda.
Hıncal Uluç'u çok eskiden tanırım:
Cumhuriyet döneminden beri... Gerçi asıl tanışıklığımız ben
Yeni Yüzyıl'a geçtikten sonra başladı. Ama öylesi bile uzun yıllar sayılır: 15 yıla yaklaşan... Bazen kızsam da hep ilgiyle okuduğum bir yazar olduğunu söylememe, bilmem gerek var mı? Engin Ardıç'ı hiç tanımazdım. Uzun süre çok kızdığım biri olduğunu söylemeliyim:
Star'daki sohbetlerinden kimi gazete yazılarına... Ancak SABAH'a geçip de kendisini her gün bize okutmaya başladığından beri, bilgili bir kalem, gerçek bir zekâ ve yürekli bir polemik ustası olduğunu fark ettim. Ve o da okuduklarım arasına girdi. Şimdi... Özellikle ben Berlin'deyken meydana gelen, ama SABAH'ın
Almanya'daki geniş çaplı satışı sayesinde oradan da izlediğim tartışmalar konusunda birkaç söz etmek istiyorum. Aslında bu iki usta kalemin arasına girmek haddim değil, biliyorum. Tartışmanın dönüşü olmayan bir noktaya geldiğinin de farkındayım. Ama, yazar olmaktan çok, SABAH okuru olarak söylemek istediklerim var. Umarım ters karşılanmaz. Öncelikle, büyük kitle gazetelerinin, hatta daha küçük düşünce gazetelerinin hepsi aynı sadakatle aynı ideolojiye bağımlı, her gün koro halinde aynı şeyleri yazıp çizen yazarlardan çok, farklı şeyler söyleyen yazarlara ihtiyacı olduğuna dair içten inancımı belirteyim.
Cumhuriyet gazetesi bile yıllar önce -80 sonları/90 başlarında- bunu yapmayı başarmış ve tirajını tarihinin en yüksek sayılarına -130 binlere- çıkarmıştı. Ama bilenler bilir, bu bahar uzun sürmedi, bir görüş gazeteden tümüyle tasfiye edildi. Sanırım o dönem
Cumhuriyet'ini benim gibi özlemle anan çok kişi vardır. SABAH'ta da genelde böyle bir konum var. Kuşkusuz başka büyük gazetelerde de, ama örneğin
Radikal'de de... Ancak SABAH'daki daha önemli, giderek daha yaşamsal. Çünkü SABAH, artık hükümete yakın olduğu bilinen bir grubun patronluğuna karşın, hükümetle ilişkili olanları da dahil haberciliğinde hayli nesnel kalmayı başarıyor. Bunu Hıncal da kabul edecektir, zaten sık sık yazıyor da... SABAH bu dengeyi kuramadığı zaman da, okurun tepkisinden çok önce okur temsilcimiz Yavuz Baydar'ın sert uyarısıyla karşılaşıyor. Tüm basında en etkili ve yetkili okur temsilciliğinin -ta başından beri- SABAH'ta vücut bulmuş olması sizce bir tesadüf mü? Ama bence daha da önemli olan, SABAH'ın Ergenekon olayındaki tavrıdır- ki işte Hıncal bunu kabul etmeyecektir! Çünkü onun gibi düşünenler, bu olayı ciddiye almamakta, AKP'nin bir büyük tuzağı olarak görmekte ve her gözaltına alınma olayı karşısında adeta çığlıklar atmaktadır. Olayın genelinde çeşitli yanlışlar ve hatalar olduğu, kimi haksızlıklar yapıldığı açıktır. Ama bunlar bizi bütünü görmekten alıkoyabilir mi? Asıl alanıma dönerek söyleyeyim, yıllar yılı onca sevdiğimiz sayısız filmde -
Z'den
Mayıs'ta Yedi Gün'e,
Başkanın Adamları'ndan
Resmi Tarih'e,
Kumpanya'dan
Kayıp'a- hep bu derin devlet ve askeri dönem hikâyelerini yutarcasına izlemiş ve gerçek demokrasiye inancını biraz da beyazperdeden edinmiş olanlar için, Ergenekon ciddiye alınmayacak, küçümsenecek, giderek yadsınacak bir olay olabilir mi? Tümüyle bir 'büyük tezgâh' diye görülebilir mi? Buna inanmak mümkün müdür?
ARDIÇ'IN İKİ TEMEL HATASI VAR Öte yandan, gelelim Atatürkçülük sorununa... Ve sorumsuzca 'Atatürk düşmanı' nitelemelerine... Benim naçiz kanaatimce, günümüz Türkiyesi'nde ve günümüz dünyasında yaşayıp da gerçekten Atatürk düşmanı olmak, hayli beceri isteyen bir şeydir. Çok zengin bir bütün olan Atatürkçülüğü en temel öğelerine indirgersek, bu neredeyse tümüyle imkânsızdır- bir avuç sapık kafa dışında... Çünkü Atatürkçülük, öncelikle bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bizim açımızdan, bu ikisi de ancak onun sayesinde kazanılmıştır. Yoksa bugün çok farklı bir konumda ve kim bilir hangi yönetim altında olacağımız açık değil midir? Keza, Atatürkçülük kör inancın yerine aklı, hurafenin yerine bilimi, dogmanın yerine muhakemeyi getiren bir öğretidir. Tüm bunları aydınlıktan, akıldan, çağdaşlıktan birazcık nasibini almış herhangi bir kafa nasıl yadsıyabilir? Daha dün gazetelerde Pakistan gibi dev bir ülkenin önemli bir bölümünde otoriteyi sağlayamayan hükümetin, yerel Taliban'ın istekleri doğrultusunda orada şeriatı ilan ettiğini okumadık mı? Peki ama bu durumda, diyelim ki bir Engin Ardıç nasıl 'Atatürk düşmanı' olabilir? Başlıca malzemesi bilgisi ve aklı olan aydın bir yazar, nasıl olur da bunların hükümdarlığını koca bir topluma kabul ettirmiş bir büyük lidere hakaret edebilir? Böyle bir suçlama inandırıcı olabilir mi? Hıncal Uluç öte yandan SABAH'ı hep över, yüceltir, bu kuruma bağlılığını söyler durur. Doğrusu da budur, çünkü Hıncal'ı SABAH yaratmıştır. Ben bu kuruma onun kadar bağlı değilim. Beni SABAH yaratmadı, tersine geçmişte bu kurumda oldukça zor zamanlar yaşadım. Ama ben bugün SABAH'ın misyonunu gönülden takdir ediyor, çizgisini beğeniyor ve burada yazmaktan gurur duyuyorum. Bunları ayrılmasından hemen önce Ergun Babahan'a anlatmıştım, hatırlar. Öte yandan, Engin Ardıç'ın da iki temel hatası var. Biri şu: Her ne kadar onun getirdiği eleştirilerin ve yaptığı tesbitlerin gerçek Atatürkçülüğe değil, Atatürk'ü yıllar yılı sömürenlere, en azından yanlış anlayıp anlatanlara yönelik olduğuna inansak da, yine de bu konuda çok sık gelen yazıların genel okur psikolojisini yeterince dikkate almadığını ve gerçek Atatürkçülerde kendilerinin de hedef alındığı kanısını uyandırmaya yatkın olduğunu düşünüyorum. Bir ikincisiyse, Engin'in o biraz bıçkın üslubunda kullandığı, beni hiç ırgalamayan kimi argo sözcüklerin bir büyük gazete için uygunluğu tartışmasıdır. Bir büyük gazete okurları içinde, bu sözcükleri suratına atılmış bir tokat gibi hissedecek 'hassas ruhlar' vardır, biliyorum. Bu iki değerli yazarımızın karşılıklı olarak belli bir hoşgörü ve de uslup özeni içine girmelerinin, gazetemize sayılamayacak kadar çok faydaları olacağını düşünüyorum. Hele bu zor dönemde...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 20 Şubat 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/20/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.