"Mendilimde kan sesleri..." Ne güzel şiirdir. Edip Cansever "beni bağışlasın..." Kısa bir bölümünü aktaracağım:
"Ah güzel Ahmet abim benim/ İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.../ Öylesine benzer ki/ Ve avlularına/ (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)/ Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.../ Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar./ Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/ Mendilimde kan sesleri." Evet, insan yaşadığı yere benziyor. Olumlu ve olumsuz yönleriyle. Geçen hafta, 'Türk ve İsrail devletleri benziyor. İkisi de paranoyak, korkudan besleniyor" dedik. Yani zülfi yare dokunduk. Yani kimilerinin bam teline bastık.
Devlete benzeyenler, devletin ideolojik aygıtlarından beslenenler, yani kimi
'devletseversayarlar' hemen tambur teli gibi gerildi. Akortsuz bir öfke. Yani devlet refleksi!
RUHUMUZDAKİ İSRAİL Evet, Gazze bu kadar sıcakken, insanın kendini İsrail'le aynı aynada görmesi kolay değil. Lunapark aynası değil ki! Eciş bücüş haline gülüp geçesin. Üstünde kan var, ölüm var. İnsanda şok etkisi yaratır. Ancak, şok bazen insanın gözünü hatta kalbini açabilir! Bu nedenle, bir adım ileri gidelim. Patolojik devleti bırakıp, toplumsal patolojiden, ruhlarımızdaki minik İsraillerden konuşalım. İçimizdeki faşizmden, kültürel ırkçılıktan söz edelim:
- Ogün Samastlar'dan, Yasin Hayaller'den. Hrant Dink'in öldürülünce, "iyi oldu" diyen, üzülmeyen kalplerden;
- PKK saldırılarından sonra sıradan bir taksi şoföründen veya ev kadınından duymaya alıştığımız "Kürtlerin hepsi defolup gitsin" ırkçılığından, linç girişimlerinden;
- Her şeyi nalıncı keseri gibi kendimize yontma alışkanlığımızdan söz edelim;
- İsrail'in Hamas'ı bahane ederek katliam yapmasını lanetlerken; Ermeni tehcirini, "Ermeniler de dedelerimizi kesmiş" diye savunan çifte standardımızdan konuşalım.
Ve gelin diğerleriyle yüzleşelim:
- İsrail'e öfkelenirken, Yahudi düşmanlığını büyütüyoruz.
- Avrupa'nın İslam fobisi eleştirirken, kendi dindarımızı aşağılıyoruz.
- Müslümanı severken, başka dinin mensubunu hor görüyoruz.
- İtalya'da 'Temiz Eller Operasyonu'nu savunurken Ergenekon'umuz el bebek, gül bebek.
- Operasyondaki hak ihlallerini eleştirirken, yaşam ihlallerini unutuyoruz. 12 Eylül darbecilerinin işkenceleri, Necdet Menzir döneminin yargısız infazları, Güneydoğu'daki faili meçhuller karşısında kafamızı devekuşu gibi toprağa gömüyoruz.
- "Yaşlı başlı, muteber devlet adamlarının" gözaltına alınmasına kızarken, ölenlerin genç ve her insanın hukuk karşısında muteber olduğunu hatırlamıyoruz.
KIRILMA NOKTASI Kendi kurbanımıza ağlarken, siyasi hedefler ve kutsal değerlerimiz adına başkasının celladı olabilmek. Bundan zül duymamak.
İşte burası insanlığımızın kırıldığı nokta... Keskin ideolojilerimiz, keskin aidiyetlerimiz var. Veya Gramci'den apartma bir terimle "yığın adamlarıyız." Etikete göre davranmak kolayımıza geliyor. Bedavadan kimlik ediniyoruz. Milli refleksler her daim hazır ve nazır. Kutsal üçlü: Irk, millet, devlet... Bayrak seline kapılıp gidiyoruz. Öfkelendiğimizde hemen 'günah keçileri' arıyoruz. Nasıl ki devletin bir çekirdeği varsa, bizim de içimizde bir çekirdek devlet var. Bu çekirdekten sık sık ırkçılık, otoriterlik, linç kültürü fışkırıyor. Böyle olduğu için de ayrı"mendilimizde hep kan sesleri var." Böyle olduğu için "kalbimiz kuyu halkasıyla sıkıştırılmış gibi." İsrail'e kızarken, yüreğinizin kuytu köşelerine iyice bakın. Aynadaki aksinize iyi bakın. Hâlâ bu ruh halini olumluyorsanız, son söz:
Göz her şeyi görmez, gönül gözüyle bakın. Ve sevgili Fatma Karabıyık Barbarosoğlu'nun dediği gibi, insanlar ikiye ayrılır: Kalbi olanlar ve olmayanlar.
Yayın tarihi: 25 Ocak 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/25/pz/sever.html
Tüm hakları saklıdır.