Son zamanlarda ilk defa "Görün, pişman olmazsınız" diyebileceğim bir yerli film giriyor bu hafta gösterime. Pandora'nın Kutusu, Yeşim Ustaoğlu'nun son filmi. Türkiye'de vizyona girmeden önce, birçok yabancı festival gezdi Pandora'nın Kutusu, hâlâ da gezmeye devam ediyor. Film, sinema dünyasının önemli festivallerinden San Sebastian'dan En İyi Film ödülü ile döndü. Başrollerden birini oynayan Fransız oyuncu Tsilla Chelton da iki kere En İyi Kadın Oyuncu seçildi. Ustaoğlu, Güneşe Yolculuk ve Bulutları Beklerken gibi politik filmlerden sonra daha çok ilişkileri incelediği, orta sınıfı değerlendirdiği bir filmle karşımızda. İletişimsizlik, kopmuş ilişkiler... İyi çekilmiş, günümüzün önemli sorunlarını işleyen bir film
Pandora'nın Kutusu Aynı şehirde yaşamalarına rağmen, birbirlerinden kısmen habersiz olan üç kardeş aldıkları bir telefonla bir araya gelirler. Batı Karadeniz dağlarındaki bir köyde yaşayan anneleri Nusret Hanım kaybolmuştur. Nesrin, Güzin ve Mehmet annelerini bulup İstanbul'a getirdiklerinde onun Alzheimer olduğunu öğrenirler. Hasta annelerine bakmak zorunda kalan kardeşler bu sayede kendi hayatlarında yolunda gitmeyen gerçeklerin de farkına varırlar. Unutmak, ait olmak, yaşamak ve ölmek gibi temaların Alzheimer hastalığının semptomları kullanılarak verilmesi çok akıllıca. Ama kadı kızında olan cinsten kusurları yok değil.
Senaryoda beni tatmin etmeyen bazı yerler oldu. Üç kardeşi tanımamıza ayrılan zamanın, bugün yaptıklarını anlamak için yeterli olmadığını düşünüyorum. "Neden bu kadın böyle?", "Neden bu adam burada?" gibi soruların yanıtlarını yeteri kadar alamayınca filmin verdiği duygu azalıyor. Bir de dört dörtlük bir oyunculuk sergilemesine rağmen film boyunca aksanına takıldığım Tsilla Chelton var.
Ustaoğlu'nun role uygun Türk bir oyuncu bulamayıp, filmde az da olsa Türkçe konuşturduğu oyuncunun aksanı beni filme yabancılaştırdı. Bu kadar iyi bir film söz konusuyken, Fransız bir oyuncuya Türkçe konuşturmak gibi bir risk alınmamalıydı diye düşünüyorum. Gerçi Altın Portakal'da filmi seyrettikten sonra aramızda benim gibi takılanların yanı sıra Chelton'ın yabancı olduğunu anlamayanlar da çıktığını belirteyim.
Türkiye'nin sancılı Eylül'lerinden biri 1955 yılında, bugün hâlâ önemini koruyan Kıbrıs Sorunu, Türkiye gündeminin en önde gelen meselesiydi. Dışişleri yetkilileri Londra'da temaslarına devam ederken 6 Eylül 1955 günü, radyoda saat 13.00 haberlerinde "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" haberi duyulur. Bu haberi manşet atarak ikinci bir baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesi elden ele dolaşmaya başlayınca halk iyice gerilir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin kışkırtmasıyla halk, 6 Eylül akşamı, Beyoğlu'nda önce Rumların, ardından da Ermeni ve Yahudi vatandaşların dükkânlarına saldırmaya başlar. Dükkânlar, evler ve kiliseler 7 Eylül'de sıkıyönetim ilan edilinceye kadar yağmalanır, yerle bir edilir. 6-7 Eylül Olayları olarak tarihe geçen bu korkunç iki günün ardından birçok Rum Türkiye'yi terk eder.
Tomris Giritlioğlu, Suyun Öte Yanı ve varlık vergisini konu ettiği Salkım Hanım'ın Taneleri'nden sonra, 10 yıl ara verdiği sinemaya 6-7 Eylül Olaylarını işlediği Güz Sancısı ile geri dönüyor. Film, Yılmaz Karakoyunlu'nun kitabından yola çıkılarak Etyen Mahçupyan tarafından senaryolaştırıldı. Filmde bu zor dönemde birbirlerine âşık olan Behçet ve Elena'nın sancılı aşkı konu ediliyor.
Güz Sancısı, çok para harcanmış, 1955 Beyoğlu sokaklarının havasını iyi vermiş, evleri, dükkânları, çalışma alanları ve kıyafetleriyle sanat yönetimi başarılı bir film. Fakat aynı başarıyı senaryoda ve oyunculuklarda görmek ne yazık ki mümkün değil. Güz Sancısı eğer bir aşk filmi olarak düşünüldüyse, aşk hikâyesi yeterince güçlü verilmemiş; hayır Güz Sancısı aşk hikâyesini yan unsur olarak kullanıp 6-7 Olayları'nı anlatmayı hedeflediyse de konuyu çok yüzeysel geçmiş.
Beren Saat'in Elena rolünde iyi olduğunu düşündüğüm filmde, iki çok önemli karakteri oynayan Murat Yıldırım ve Okan Yalabık ise rollerinin hakkını veremiyorlar.
Kahraman fare Despero The Tale of Despereaux - Despero Yönetmen: Sam Fell, Gary Ross, Rob Stevenhagen Süre: 93 dakika imdb.com puanı: 6.2
Kate DiCamillo'nun 2003 yılında yazdığı The Tale of Despereaux, Publishers Weekly'den Yılın En İyi Kitabı ödülünü almıştı. Kitabın koca kulaklı, cesur faresi Despero, artık bir film kahramanı. Filmde boyundan büyük hayalleri olan Despero'nun maceraları anlatılıyor. Film seslendirme kadrosu ile de dikkat çekiyor. Despero'yu seslendiren Matthew Broderick'in yanısıra kadroda Dustin Hoffman, Emma Watson, Tracey Ullman, Kevin Kline gibi ünlü isimler de var. Despero'nun Türkçe dublajını ise Tolga Çevik yaptı.
Largo Winch bu sefer de sinemalarda Largo Winch Yönetmen: Jerome Salle Oyuncular: Tomer Sisley, Kristin Scott Thomas, Miki Manojlovic, Melanie Thierry Süre: 108 dakika imdb.com puanı: 6.6
Largo Winch, 1990 yılından beri yayınlanan 16 albümlük bir çizgi roman serisinin kahramanı. Belçikalı Jean Van Hamme tarafından yaratılan Largo Winch, 2000'li yılların başında televizyon dizisi olarak meraklılarının karşına çıkmıştı. Daha sonra bilgisayar oyunu olarak da piyasaya çıktı. Largo Winch, bu hafta ise Jerome Salle yönetiminde sinemalarda. Ünlü milyarder Nerio Winch, yatının yakınlarında boğulmuş olarak bulunur. Dünya çapında 400 bin çalışanı olan W Group'un başına kimin geçeceği konuşulurken Nerio Winch'in herkesten gizlediği bir sır ortaya çıkar.
Masalseverler için bir film Inkheart: Mürekkep Yürek Yönetmen: Iain Softley Oyuncular: Brendan Fraser, Paul Bettany, Helen Mirren, Eliza Hope Bennett Süre: 106 dakika imdb.com puanı: 6.9
Harry Potter serisinin Alman versiyonu olarak tanımlanan Cornelia Funke'nin Inkworld üçlemesinin ilk kitabı Inkheart sinema filmi oldu. Türkçeye Mürekkep Yürek adıyla çevrilen kitap, piyasaya çıktığı 2004'te, New York Times'ın en çok satanlar listesinde birinci sıraya yükselmişti. Filmin başrolünde en çok Mumya serisinden tanıdığımız Brendan Fraser var. 12 yaşındaki Meggie ve babası Mo, yüksek sesle kitap okuduklarında kitapta yazanları canlandırıp gerçek dünyaya getirebilmektedirler.