Küresel fırtınanın etkileri,
kimin nasıl yakalandığına bağlı olarak farklı ağırlıkta hissediliyor.
Tüketicinin kirpi sendromu ile "
tutumlu " hale gelmesi, yüksek ciroya göre ayarlanmış düzeneklerin dökülmesine yol açıyor.
İşletmelerin kendi yatırımlarını kısmak bir yana
üretim süreci için gerekli olan harcamalarda dahi tasarrufa(!) gitme si, garip bir döngü yaratıyor.
Her firma, "
kendi satışlarım sürsün ama ben alım yapmayayım " diye davrandığından zaten var olan daralma, daha da sıkışık bir alan oluşturuyor.
Şu sıralar bolluk döneminin yarattığı
işletme körlükleri de daha belirgin olarak göz önüne seriliyor.
Mesela "
müşteri odaklı " olmakla övünen pek çok firmanın aslında müşteri diye ölüp bitmediğini anlayıverdik.
Banka kartı vermek için sokaklarda
müşterinin ayağına kırmızı halı seren bankaların küresel fırtına sonrası tutum değişikliği bir hayli komik.
Kart vermek için kırk takla atan bankalar, "
hamili kart " ile mağdur ettiği müşterisi ile asla
yüz göz olmuyor(!)
KOBİ'lerin kapısında sabahlayıp kredi pazarlayan bankacılar da adeta buhar oldu.
Küresel fırtınanın birinci dalgasında "
kazık fren " yapan bankalar yüzünden pek çok firmanın işleyen sistemi adeta
çarkına çomak sokulurcasına duruverdi.
Kredisini ödeyen, taksitlerini aksatmayan firmalar, ya ek teminat mektupları verilmeye veya "
kredini derhal kapat " şantajlarına maruz kalır oldu.
Şu sıralar dilimizde pelesenk olmuş bir söz var; "
efendim bu kriz bizi vurmaz zira bizim bankalar 2001 krizinden çok ders aldı " diye.
Kısmen doğru olabilir fakat gördüklerimiz duyduklarımız, tıpkı 2001 krizindeki kötü bankacı davranışlarının nüksettiği yolunda.
Banka, müşterisinin parasına el koymaya kadar cüretini vardırabiliyor.
Oysa o para ile işletme
, bir sonraki mal siparişini gerçekleştirecek, yeni parti üretim için
işçisine, tedarikçisine para verecek.
Fakat banka aslında müşterisi firmanın yanında olmadı.
İyi günün dostu, dar günde buharlaştı hatta düşman kesildi. Peki firmalar ak kaşık mı? Düzgün çalışanı tenzih ederim ama... Biraz da çuvaldızı onlara batıralım.
Geçen yazılarımda küresel fırtına başlamadan önce bir öneri getirmiş ve "
işçi çıkararak krizden kurtulamazsınız" tezini savunmuştum.
Bunu doğru anlayıp teşekkür eden pek çok patron oldu.
Fakat krizi "
iş güvencesi şantajına çeviren " nice firma öyküsü gelmeye başladı kulağıma.
Çalışanlarını toplayıp "
kriz yüzünden aranızdan şu kadarını çıkaracağım. Ya bu kişileri belirleyin veya daha az paraya razı olun " pazarlıkları yapılıyor.
Oysa işçi çıkaracak kadar zorda değiller. Yatırımlarını durdurdukları yetmiyor gibi çalışanlarını da istismar edip "
nakitte kalma " telaşındalar.
İyi günün dostu bu patronlar, işler biraz zora girince dar günde çalışanlarını bir kalemde feda edebiliyorlar.
Peki o duvarlarına astıkları "
misyon vizyon " geyikleri ve "
çalışan değeri " gibi afralı sözlere ne demeli?
Krizin insanları samimiyetle imtihanı gibi bir "
gizli değeri " vardır.
Bu değerin tam da anlatmak istediği,
dostunu düşmanını ayırt etmede somut bir gösterge olmasıdır.
Somut gösterge, küresel fırtınanın davranış değişikliklerinde kendini belli ediyor.
Değer yaratmayan, müşterisini dolandıran, ortağına kazık atan, tedarikçisini süründüren, rakibine dürüst davranmayan, devletine vergi takanlardan kurtulmak için bu
kriz kadar büyük bir fırsat olur mu? Köhnemiş anlayıştan kastım,
iyi günün dostu bu müşteri yalakası firmalar, bankalar ve kurumların, "
dar günde hani " dediğimiz tutumlarıdır.
"
Müşteri benim paramı cebinde taşıyandır " düşüncesindeki "iyi gün
dostu " olanlar ile "
müşteri velinimetimdir " diyenleri başka nasıl ayırt edebilirdik ki...
Yayın tarihi: 9 Ocak 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/09//haber,8F74BDA3D4DA439A9F57F50AAAC4D057.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.