1. Türkiye'de
"olduğu kadarıyla demokrasi" 88 tutuklama, 38 gözaltı ile de çökmez. İddialar doğruysa, sağlamlaşabilir de.
2. Tutuklama ve gözaltıların
"iddiası" doğru ise, geçmişin hesabı sorulabilir. İddialar kanıtlanamazsa, hukuki (ve siyasi) hesabı sorulur.
3. "Muhalefet", hem siyasi iktidara muhalefet, hem çeşitli iktidar biçimlerine veya sisteme muhalefet,
"Türkiye'de bile", "Ergenekon" da tutuklanan veya gözaltına alınanlardan ibaret değildir.
4. Kiminin hoşlanmadığı
"demokrasi" kavramı kenara konsa bile, bağlı olunduğu söylenen
Cumhuriyet, en azından Anayasa
"kâğıdı" üstünde, kimseye imtiyaz tanımaz.
"12 Eylül darbecisi" nin kendilerine koyduğu
"utanmaz imtiyaz" dışında, Anayasa, herkesin
"kanun karşısında eşit" olduğunu söyler.
5. Kimse, bir zamanlar,
hatta bugün, çok önemli görevde bulundu, çok etkili, yetkili diye,
"kanun karşısında" da,
"kanuni süreç" karşısında da muafiyet, imtiyaz, dokunulmazlık sahibi olamaz.
6. Kanunlar ve uygulanış biçimleri, insanların evlerinin aranma ve gözaltına alınma şekilleri hukukun, insan haklarının, demokratik hak ve özgürlüklerin esasına aykırı olabilir. Bu şiddetle eleştirilmeli, değişmesi için mücadele edilmeli.
Ama unutulmamalıdır ki, bu ülkede binlerce kişi, bırakın "terör" suçlamasını, düşünce ve ifade suçlarıyla bile bunların daha şiddetlisine maruz kalmıştır, kalmaktadır, kalabilecektir.7. Hiçbir iddianame, yargı süreci üstüne
"siyasi, askeri, ideolojik, maddi müdahale, baskı" gölgesi elbet düşmemelidir. Ama kimse
Türkiye'de gölgelerin olmadığını iddia edemez.
8. O yüzden, bu ya da şu soruşturma, yargı süreci bağımsız olsa dahi,
hükümet ve AKP, memlekette yargı bağımsızlığının tartışılmaz olduğunu ancak masal diye söyleyebilir.9. Başta iktidar, kimse unutturmamalı ki,
"iktidarın yargıya müdahalesi" yle açıldığı iddia edilen
Şemdinli davası, önceki iki
Genelkurmay başkanı kuşatması ve
iktidarın yargıya açık müdahalesi ile savcının kazınmasına gitmiştir. Daha vahimi,
yargı bağımsızlığına bizzat Yüksek Yargı müdahale etmiştir. Dünkü Ankara zirveleri yargıya nedir?
10. Anayasa Mahkemesi'nde olan biten, kimi üyelerin özel ilişkileri, Başkan'ın takasçı damat ekonomisi, 367 kararı, türban kararı, parti kapatmada 6'ya 5 manipülasyonu,
"yargının bağımsızlığı" masalının en üst düzeyden yalanlandığı dizi film gibidir.
11. "Bütün Atatürkçüler içeri alınıyor" derken kendisi dışarıda olan her
"Atatürkçü" ya kendi tezini, ya kendi kimliğini yalanlar. Ayrıca, tutuklu ve gözaltı toplamına bakınca,
"bütün"ü çok az sayıya indirmektedir.
12. İnsanların neyle suçlandıklarını uzun süre öğrenememesi, gözaltı ve tutukluluğun, iddianame süreci ve davanın çok uzaması hakikaten büyük, can alıcı, haysiyet kırıcı, hukuksuz yaradır. Her zanlı, sanık ve tutuklu için bu böyledir.
Bir daha söyleyeyim; sıfatı, adı, görevi ne olursa olsun, herkes için. Bir ilke savunuyorsanız, her zaman savunmanız gerekir.
13. Sağda solda
"yontma taş gazeteciliği", herkes için geçerli olması gereken hukuk ve etik ilkelerini
duruma göre hatırlar ya da unutur. Oysa, neyle suçlanırsa suçlansın, herkes, suçu kanıtlanıp mahkûm olana kadar, (vicdan bir yana) kanun önünde suçsuzdur. Emekli komutan da; öyle cinayetle filan da değil, bir afiş, slogan, pankart yüzünden örgüt üyesi sayılıp onca yılla yargılanırken yıllarca
"suçu kesinleşmemiş tutuklu" olarak yatırılan gencecik insanlar da. Cezaevinde protesto yaparken,
"düzmece manşetler"in lojistik desteğiyle katledilen
"tutuklular" da.
14. Yalçın Küçük bugün
"alındığında" tepki gösterenler, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerinde üniversiteden atıldığında, hakkı yendiğinde, 1983'te kitabı yüzünden hapis yattığında, 28 Şubat döneminde yurda dönüp iki yıl yattığında nasıl bir tepki (tepkisizlik) gösterdiklerini de hatırlamalıdır!
Küçük de hatırlamalıdır.
15. "Buyrukçu" hiçbir kimse,
"iktidar aristokrasisi" de,
"yargı aristokrasisi" de,
"üniversite aristokrasisi" de,
"ordu aristokrasisi" de,
"cemaat, cemiyet aristokrasileri" dahil, temel kişilik ve insan hakları, özgürlük, yargı bağımsızlığı ve demokrasi üstüne
"samimi" düşünemez, konuşamaz. Konum, makam, statü, rütbelerden başkalarını küçük görmüş olanların, seçimle yahut atama, kıdem, terfi, unvan, liyakatle
"kamu hizmeti" üstlendikleri halde, kendilerini
"kamunun patronu, milletin ağası, memleketin sahibi" sananların, altlarındakileri hor görenlerin
"demokrasi ve cumhuriyet ile hukuk" üstüne verecekleri derslerden ziyade, sindirecekleri temel ilkeler mevcuttur.
16. Elbet
sivil dikta heveslisi de olmuştur. Aslında siyasi partiler çok açıdan sivil ve askeri kamu işyerleri, birçok özel sektör işyeri, hatta medya dahi
"mikro dikta" zihniyetleriyle, temel hak ve özgürlükler taciz, iğdiş ve iğfal edilerek yönetilir.
"Tek parti diktası"na karşı
"demokrasi" tepkisiyle gelmiş
"Demokrat" Parti de gün gelmiş sivil dikta peşinde koşmuştur. 12 Mart diktasının Meclis'teki maşası
"demokrat AP", hükümetteki maşaları sivillerdir.
"Liberal demokratlar" hep unutur ama, 12 Eylül diktasının en kritik bakanı
Özal' dır. Her askeri darbe başlı başına diktadır.
"Ben diktaya dikta demem, dikta benim olunca" kültürü, iğrenç ikiyüzlülüktür. Kimi büyük yargı, üniversite, ordu ve siyaset mensubu bu açıdan
"hepimize örnek"tir!
Yayın tarihi: 9 Ocak 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/09//talu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.