Krizler önemlidir;
deprem sabahı jeoloji öğrenirsiniz. İmkânsızlıkların,
yeni imkân arayışını zorunlu kılması da bu yüzdendir.
Küresel finans krizinin yerelde reel sıkıntıları tetiklemesi, şimdiki haliyle dahi
işsizlik ve
şirket kapanmaları üzerinde baskı yaratabiliyor.
Tedbir geliştirme noktasını,
Titanik buzdağına bindirdikten sonra gündeme alabilen aymazlık, bu krizin "
zedeler mezarlığı"nı inşa edecek. Sisteme giriş kadar çıkışın da doğal kabul edileceği piyasada bu sayede daha verimli ve daha
yeni şirketlerin oluşması mümkün olabilecek.
Bu açıdan ben krizi, "
altın fırsat" olarak değerlendirenlerdenim. Ancak piyasanın krize rağmen
başaramayacağı alanlara da dikkat çekmek gerekiyor. Mesela
değer yaratmayan süreçlerin, daha fazla fayda üretmek adına sistemden çıkarılması,
yasal düzenlemeler gerektirebiliyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (
TZOB) Genel Başkanı
Şemsi Bayraktar'ın dünkü açıklaması ilginç: "
Üretici ve tüketici fiyatları arasındaki fark, yaş sebze ve meyvede % 468.7, baklagillerde % 351.5, kurutulmuş ürünlerde % 346.4, pirinçte % 273.2'lere ve hayvansal ürünlerde % 269.6'lara kadar çıkıyor."
Şimdi soru şudur; "Üretici ile tüketici arasındaki zincirin varlığını kabul etmekle birlikte, bu kadar yüksek fiyat farkını
krize rağmen korumalı mıyız?" Bana göre hayır!
Üretici ile tüketici arasındaki değer zincirinin
zorunlu halkası olmak bir şeydir. Ancak bu halka içinde
hak ettiğinden daha fazla pay alıp (değer yaratmadan fahiş kazanç sağlamak) ayrı bir şeydir.
Tam da bu noktada birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor. Bu da aracının yeniden tanımından geçiyor. Ne demek istediğimi daha netleştirmek için
TZOB'un aralık ayı raporuna bir kez daha bakalım.
Mandalina;
% 468.7. Salatalık;
% 385.3. Domates;
% 352.1. Nohut; %
351.5. Kuru üzüm;
% 346.4.
Enflasyon üzerinde baskı yaratan bu tabloda, üreticiyi "
pahalılık" ile suçlamak mümkün müdür? Aradaki bu farkı,
akaryakıt ve
nakliye maliyetindeki artış ile izah etmek mümkün müdür?
Hallerin aldığı rüsum ve benzeri vergiler ile de bu fark açılanabilir mi? Hal, pazar ve market zincirindeki halkaların fiyatlar üzerinde yarattığı
bu şeytan üçgeni, kriz sürecinde yeniden gözden geçirilmelidir.
Bu durum, sektörde "
değer yaratmayan süreçlerden" kurtulmak için tam bir "
kriz atmosferi"dir ve artık şu
Haller Rejimi, yeniden gözden geçirilmelidir.
Eskiden işe yarayan ancak şimdi hiçbir işlevi bulunmayan
kabzımal ile haller, pekala
devreden çıkarılabilir.
İşin ilginç yanı, üretici kaybediyor, tüketici kaybediyor ama petrole zam gelse, kuraklık olsa da bu "
değer yaratmayan aracılar" hiçbir şey yapmadan "
para kazanma hallerini" korumaya kararlı.
Etiketlerin bu şeytan üçgeninde kanun koyucunun sorumlulukları daha da netleşiyor. Neticede
nimetin adil dağılması kadar külfetin de adil dağıtılması gerekiyor.
Bir denklem düşünün; üretici, artan girdi maliyetini sineye çekiyor, emeğini ve toprağını koyuyor. Tüketici ise hele ki gıdaya yönelik bu zincirde, her ay daha da tırmanan etiketlerle baş etme telaşında.
Fakat bu zincirde "yarattığı katma değer sınırlı" bir kesim var ki fiyatların katlanmasına yol açabiliyor. Belediyelerin bu süreçte üretici ile tüketici arasında "
ucuzluk zinciri" kurması beklenirken kendi belediye rüsumu veya hal üzerinden kazancı derdinde olduğunu görüyoruz.
Beklenti;
Sanayi Bakanlığı ile belediyelerin "etiketlerin şeytan üçgeni" için
bir şeyler yapması yönündedir.
İşler durdu diye işyerleri kapanabiliyor. Müşteri yok diye işçiler kapıya konulabiliyor.
Fakat ne hikmetse
aracılar asla kaybetmiyor. Kriz herkesi vururken aracıya dokunmuyorsa, oturup düşünmek gerekiyor.
Sivil toplum örgütlerinden tüketici derneklerine dek toplumun "
üreten" ve "
tüketen" kesimleri, değer yaratmadan para kazananları açığa çıkarmak zorunda.
Kriz, bir işe yarasın bari.
Yayın tarihi: 3 Ocak 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/03//haber,578448DA22244B5C8C2D7E5B97F5C01D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.