kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
9 Ocak 2009, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Bugünün işini yarına bırakanların davaları da kafa karıştırır...

Bir okul arkadaşımın her yıl birkaç kez gördüğü ve her seferinde onu tere bulayıp uyandıran kâbusu vardı.
Şöyle anlatmıştı kâbusunu:
- Üniversitede hukuk diplomasını almak için fakülte dekanının önüne geliyorum. Dekan bana diplomamı vermek yerine "Lisedeki fizik ve kimya derslerinin sınavlarına yeniden gireceksiniz. O sınavlardan iyi not alırsanız size hukuk diploması vereceğiz" diyor.
Bu kâbus bir anlamda biz Türklerin sosyopolitik yaşamımızın da bir çeşit yansıtıcısı olamaz mı?
Örneğin her iki blokun insanlarına da büyük acılar çektiren bir Soğuk Savaş'ın tarafı olmuşuz.
Bu dönemde blok lideri Amerika, bir Sovyet istilasına ya da 5'inci Kol eylemlerine veya "Dolaylı saldırı" ya karşı bir sivil direniş örgütlemek için "Gladyo" denilen modele dayalı çalışmalar yapmış.
Soğuk Savaş bitince İtalya gibi ülkeler bu tür örgütlenmeleri temizlemişler.
Ama biz bunu hep ertelemişiz.
Sonunda siyasetle ve idare ile bu tür örgütlenmeler birbirlerine karışmış.
Bazen ülkedeki bölücü terörle mücadele için, bazen demokrasiyi sabote etmek amacıyla, bazen de bu örgütlenmeleri yasadışı çıkar ilişkilerinde kullanan kötü niyetliler yüzünden devletin sivil ve asker fonksiyonerleri "Rutin dışı" davranışların içinde yer almışlar.

Hepsi de aynı dosya içinde
Şimdi de "Ergenekon Davası " ile demokrasiye karşı eylem planlayanların yargılanması amaçlanırken, Soğuk Savaş'tan kalma örgütlenmelerin de hesabı sorulmak istenince, fakülte diploması bekleyenlerin önüne lise derslerinin sınavları da getirilmiş olmuyor mu?
12 Martçıların eylemleri ile Susurlukçuların fiillerini ve 28 Şubatçıların postmodernizmi ile dijital muhtıracıların siber darbeciliklerini aynı dosyada birleştirip, bunlara her türlü yeraltı ve yerüstü hukuk dışılıkları da eklerseniz, sonunda telefon rehberi benzeri bir isim listesinin içinde takılıp kalmaz mısınız?
Dalga dalga gelen Ergenekon gözaltılarının sonuncusu için İstanbul Barosu'nun yaptığı açıklamanın, bu açıdan gerçekçi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Bu açıklamanın katıldığımız uyarılarını hatırlatalım:
- 2500 sayfalık iddianame savunma hakkını zorlaştırmaktadır.
- Birbiriyle ilişkisi olmayan kişiler, tek bir davada yargılanmakta, savunma hakkı zedelenmektedir.
- Yakalanan ve gözaltına alınanlarla ilgili uzun süre iddianame hazırlanmaması savunma hakkını zorlaştırmaktadır.
- Gözaltına alınanlar önce davet edilmeliydi.

Her alanda durum aynı
Özetle geçmiş 50-60 yılın hukuk dışı eylemlerinin tümünü "Ergenekon Davası" içinde ele almak yerine, belki dört ya da beş ayrı dava açılsaydı toplumdaki kafa karışıklığı böylesine yoğun olmazdı.
Ama sorunlara çözüm üretmeyi her alanda sürekli ertelerseniz, sonunda hep böyle durumlar çıkar ortaya.
Düşünün ki son yüzyılın en büyük şairlerinden birini 12 yıl zindanlarda tutmuşuz. Sonra korkutup, yurtdışına kaçmasına sebep olmuşuz. Vatandaşlıktan çıkartıp, hain ilan etmişiz. Ölümünden yıllar sonra da vatandaşlığa alıp, onun adını ve şiirlerini kutsuyoruz.
Sanki "Kürtçe" nin varlığının devlet tarafından kabul edilmesi, bundan farklı bir durum mu?
Kıbrıs'ı kaç yıldır "Kriz konusu" olarak tuttuğumuzu veya kaç yıldır AB üyeliğini "Ulusal hedef" olarak koruduğumuzu görmüyor musunuz?
Bu halimizi anlatan Yeniçeri fıkrasını bilmez misiniz?
Yeniçeri yolda rastladığı Yahudi'yi hırpalıyor ve "Neden Hz. İsa'yı çarmıha gerdiniz" diye hesap soruyormuş.
Adamcağız "Ağam o dediğin 1500 yıl önce oldu" deyince yeniçeri sinirlenmiş,
- Kaç yıl önce olmuş olursa olsun, ben dün duydum, demiş.
Şimdi de ülkenin Başbakanı İsrail-Filistin Krizi'ne çözüm ararken, 1492'deki Yahudi Göçü'nü hatırlatıp, İsrail yönetimi ile Türk vatandaşı Yahudilerin konumlarını karıştırmıyor mu yani?