Beyefendi dudağınızda süt kalmış
Issız Adam'da 'ıssız adam'ın annesinin ruh ezikliğinden nasıl etkilenip de gaddarlaştığının üzerine pek gidilmemişti. "Evladım kızma, sen bilirsin," tavrındaki anne, elinden geleni yapmış bir melaike olduğuna dair sonsuz inançla, oğlunun canavarlaştığı noktalar karşısında kifayetsiz ve şaşkın görünüyordu. Semih Kaplanoğlu'nun Yumurta'yla başlayıp Süt'le devam eden üçlemesi ise, Yusuf'un nasıl bir 'kendini ortaya koyamayan duvar adam'a dönüştüğünün ipuçlarını, annesiyle ilişkisinde arıyor. Yumurta'nın açılış sahnesinde süslü püslü genç bir kadın (Tülin Özen), Yusuf'un (Nejat İşler) sahaf dükkânına elinde bir partiye hediye olarak götürmek için aldığı şarap şişesiyle giriyor, ve şarabı bir kitapla takas ederek - depresif Yusuf içmeyi seviyor çünkü- çıkıyor dükkândan. Bilhasssa bu sahnedeki gergin atmosferden seziliyor ki, Yusuf kadınlara karşı kolayca kabalaşacak adamlardan değil, onun yerine, cazip bir kadın görünce uzaylı görmüşe dönen, başını eğen ve bir tür bacı / yenge muhabbeti ağırlığıyla tehlikeyi savuşturmaya (Ya da 'dışlamaya' mı desek?) çalışan adamlardan...
GERİLİMLİ ANA-OĞUL İLİŞKİSİ
Süt, Yusuf'un (bu kez Melih Selçuk) kendini nasıl da boynu bükük bir kurban olarak görmeye başladığının filmi. Yusuf bu filmde, henüz yeniyetme sayılacak yaşlarda; liseyi yeni bitirmiş, üniversiteyi kazanamamış, şairliğe adım atma hevesinde ve ana-oğul kendi ineklerinden sağdıkları sütü, kapı kapı dolaşıp satarak ev hayatına katkıda bulunmaya çalışıyor. Anne (Başak Köklükaya), varoluşsal problemleri katiyen problemden saymayacak, her durumu temel ihtiyaçların karşılanması üzerinden değerlendiren ortalama bir Türk annesi. Yine de 'yüzde yüz anaç' Türk annesinden biraz daha farklı görünüyor; cool ve mizahi bir tarafı da var (Köklükaya etkisi), ayrıca oğlundan da, hayattan da beklentilerini, "Analar çeker yükü," düsturuyla sıfırlamış değil. Hayattan beklentilerinin içine kadınca endişelerin de girmesi, Yusuf için travma sebebi. Ürkek oğlanın koca (bıyıklı) yayın balığını avladıktan sonra evin ağılında kazın tüylerini gözlerinde neredeyse 'femme fatale' ışıltısıyla yolan annesiyle (çünkü annenin artık bir erkeği var) karşılaştığı sahne, travmanın zirvesi. Anne oğlana halen ihtiyaç duyduğunda yük, duymadığında tehdit kaynağı. Buradan meseleyi kadın düşmanlığına getirecek değilim, zira aksi halde Kaplanoğlu'nun ikinci filmi Meleğin Düşüşü'nü de erkek düşmanı diye tanımlamak durumunda kalırım. Mesele galiba daha çok, kendini her daim kurban olarak gören, asla bireyleşemeyen ve kişisel yaklaşımını sadece çevrenin etkisiyle açıklamaya çalışan, kendine acımaktan bıkmayan, öfkeli Türk insanında yatıyor. Meleğin Düşüşü'ndeki Zeynep (Tülin Özen), kulu kölesi olmaya hazır genç oğlana karşı ne kadar katıysa, Yusuf da dükkânına giren iddialı genç kadına karşı o kadar kayıtsız; en ufak bir flörte kapı açmaktan o kadar aciz. Ortam böyle olunca, haliyle 'en büyük aşk filmimiz' de Issız Adam oluyor. Yusuf gibi ruhunu biraz olsun inceltmeye gayret etmişler başını önüne eğerken, (Masumiyet ve Kader'deki) Bekir gibi diğer ağır abiler "Hatuna şöyle yaptım, böyle yaptım," masallarıyla hemcinslerini etkilemeye çabalıyor. Neticede kimse ne içindeki kadınla, ne de içindeki erkekle barışabiliyor ve doğrudan varoluşsal problemlere işaret eden filmler yapmak için daha çok vaktimiz var gibi görünüyor. Zira buralarda herkesin ağzı hâlâ süt kokuyor.
Yayın tarihi: 4 Ocak 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/04/pz/haber,E466461A83E14072B9C35373578D5F1E.html
Tüm hakları saklıdır.