Daha önce ödül alanlara da kimse bir şey diyemez; hepsi şu kültür ve sanat fakiri
Türkiye'nin yüzünü ağartmış kişilerdir ama özellikle bu yıl
Cumhurbaşkanı Ödülü seçimlerindeki isabet çok daha farklı bir duyarlılığı işaret ediyor. Cumhurbaşkanının ödülü verirken yaptığı konuşmanın
"apolojetik" yani bir anlamda ödüllendirilen sanatçıların kıymetinin neden yeterince bilinmediğini bir tür "özür" kabilinden ifade eden bölümü bu isabeti açıklıyor
: Yaşar Kemal hapislere düşmüş
, Turgut Cansever geleneğin silindiğini görmüş,
Alaeddin Yavaşça en büyük icracılarından birisi olduğu müziğin yok oluşuna tanıklık etmiştir. Onları da, Cumhurbaşkanlığı Ödülü Seçiciler Kurulu'nu da kutlarım.
Yaşar Kemal toplumun daha fazla gündeminde olduğundan ve orada yaptığı konuşma da geniş çevrelerde büyük bir yankı bulduğundan ben bugün diğer iki usta Cansever ve Yavaşça üstüne birkaç söz etmek istiyorum.
Cansever: Mimar felsefeci Turgut Cansever
Türkiye'nin neredeyse
Tanzimat'tan bu yana devam eden, benim artık aştığımıza inandığım
"medeniyet krizi"ni çok farklı bir noktada çok önemli bir çözüme itmiş gerçekten ilginç bir mimardır.
Medeniyet krizi dediğimiz şey Doğu ile Batı, kendi kültürümüzle yabancı kültürler arasındaki zıtlaşmalardan doğan krizdir. Türkiye bu sorunu bir
"sentez" arayışıyla aşmak istemiştir. Sentez çabaları zaman zaman çok vahim sonuçlar doğurabilmiştir. Cansever, bu konu üstünde çok değişik yaklaşımlarla duran ve ne yazık ki benim ondan farklı düşünerek çok eleştirilmesi gerektiğine inandığım mimar
Sedad Hakkı Eldem ekolünden gelir.
Fakat onun düştüğü birbirine benzemez usul ve üslupları bir araya toplayan ve her yapısında ayrı bir dil kullanan Eldem'in yanlışlarına hiç düşmez .
Yerel ve tarihsel mimarinin, geleneksel mimarinin değerlerini özümsemiş ama onları kendisine ait bir bütünlük içinde yoğurmuş bir mimardır ve bu yanıyla gerçekten çok önemli yapılar kurmuştur.
Cansever'in bu gücü onun mimarlığı kadar önemli
düşünürlüğünden kaynaklanır. Bugüne değin kültürel meseleler hakkında yazdığı yazılar, yayınladığı yapıtlar Cansever'in bir mimar olarak ortaya koyduğu arayışların ipuçlarını vermekle kalmaz. Onları felsefi hatta metafizik bir çizgiye doğru da iter.
Cansever'i bugün bir mimardan çok bir düşünür olarak görmeden ve söylediklerini enine boyuna düşünmeden Türkiye'nin mimarlık konusundaki kısıtlamalarını aşmak olanaksızdır. Keşke bugüne değin Cansever hakkında çok daha fazla kitap yayınlansaydı.
Alaeddin Yavaşça Alaeddin Yavaşça da benzeri köklerden kaynaklanan bir müzisyendir. Nasıl olmaz? Kariyeri, artık bir efsane olan
İbnül Emin Mahmut Kemal İnal'ın konağında başlamıştır. Cansever'in ve diğerlerinin uğraştığı problemlerin benzerleriyle hayatı boyunca iç içe yaşamıştır.
Klasik bir eğitimden gelmiş ve bir icracı olarak klasik üsluptan hiçbir zaman ayrılmamıştır. Osmanlı müziğinin artık gitgide daha dar bir çevreye hapsolan ciddi icrasında bugün yaşayanlar arasında tartışmasız bir biçimde ilk sırlarda yer almaktadır. Besteciliğinin önemi ise yadsınamaz. Hatta benim Yavaşça'nın besteciliğinde çok önemsediğim nokta şudur:
Yavaşça, Osmanlı musikisinin değişen toplumsal yapı içinde daha 19. yüzyıldan başlayarak dönüştüğünü bir gerçek olarak kabul etmiş ve onu "ihya etmek" için zorlamalara girişmemiştir. Bir icracı olarak en zor eserleri seslendirmiş, bu o "ihya" arayışının en verimli sonuçlarını doğurmuştur. Ama bir besteci olarak şarkı formunu kendi iç tutarlılığı içinde kullanmakla son derecede doğru bir iş yapmıştır. Bir Osmanlı kültür konağında başlayan serüvenin, Akademi koridorlarında başlayan bir mücadelenin, Çukurova'da yazılmaya başlayan bir destanın Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde sonuçlanması onur vericidir.
Ama bu onurdan toplumun payına ne kadarının düştüğü, doğrusu sorulacak bir sorudur.
Yayın tarihi: 8 Aralık 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/08//haber,BAB9A415634343E88734C3EF997E2F02.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.