Bayram bitti ya, o rezilliği gene yaşama zamanı geliyor...
Yeşilköy çıkışı... Pardon, bu ülkede herşeyin adı Atatürk ya, Atatürk Havaalanı'nın dış hatlar çıkışı...
12 Eylül diktasının başardığı iki önemli iş vardı: İstanbul'da taksicilere taksimetre açtırmak, bir de havaalanı çıkışını düzene sokmak.
Demokrasi benzeri birşeylere dönülünce, taksimetre kullanımı sürdü ama Yeşilköy'ün gene tadı kaçtı.
Kaç ülkede kaç havaalanına girdim çıktım, bizdeki keşmekeşi ancak Kahire'de gördüm.
Batı ülkelerinde uçaktan inen, pasaport kontrolundan geçen, bavulunu toplayan yolcu, koşmadan, itişmeden kakışmadan,
"sakin" olarak dışarı çıkar, bineceğine biner, gider.
Bizde bir kasaba panayırının kargaşası yaşanır.
Ekmek aslanın ağzında olduğundan, sarı taksiler, bir bayram yerinin
"çarpışan arabalar" bölümü düzensizliğiyle yolcu kapmaya çalışırlar.
Karşılamacılar, arabalarını nereye koyacaklarını bilemezler. Duraklama ve bekleme yapmak yasaktır!
Otobüsün nereden kalktığını da pek kestiremezsin. Hele
"metroya binmeyi" falan düşünen turist, yanmıştır.
En kötüsü de, gürültüdür.
Her sürücü korna çalar (ülkemizde vara yoğa korna çalmak serbesttir), polis memuru ve değnekçi de sürekli düdük çalar.
Bu düdük sesini pek severler, ortalığı düzene sokmak için değil, kendilerini
"doğrulamak" için öttürürler, kopardıkları her düdük cayırtısı onları
"güçlü adam" kılmaktadır. Korku ve tedirginlik salıp sevinirler.
Sık sık da, bir köşeye sotalanmış polis arabasının asla ve asla anlaşılmayan
"anonsları" duyulur bu patırtı arasında:
"Otuz dört mmmşfşş, devam ehmmm, devam ehşnn, bmmnnnh yapma!..." Bütün bu
"kakofoni", sundurma benzeri beton tavanda patlar ve büyüyerek yankılanır.
Gümrükten çıkıp
"gurbetçi akrabasını bekleyen" yüzlerce köylüyü yara yara kapıya yaklaşır (herkes köylüdür, karşılamacı da köylü, uğurlamacı da köylü, taksici de köylü, değnekçi de köylü, yolcunun büyük kısmı da köylüdür), dışarı çıkınca bu kargaşa ve gürültüyü tokat gibi yer, yay gibi gerilirsin.
Havaalanı, altmışlı yılların köylü toplama ve dağıtım merkezi Topkapı Garajlar'a dönmüştür. Çünkü Elazığ ile Hannover, Vakfıkebir ile Mannheim, Niğde ile Stuttgart arasında fark kalmamıştır. Tek düşüncen, oradan bir an önce kaçmak, uzaklaşmaktır.
Evine döndüğüne sevinemezsin.
Eh, bu işin bir de
"köprü trafiği" boyutu vardır, unutma!
Havaalanı çıkışına, ülkemizi yabancılara daha hemen oracıkta tanıtmak amacıyla bir tabela asılmalıdır: Welcome to the jungle... Vahşi ormana hoş geldiniz!
Dedim ama, bir de gidişi var: Küçük plastik sepetlere cep telefonu, sigara, çakmak, anahtarlık, bozuk para doldurup boşaltmaktan, çantadan iki posta bilgisayar çıkarıp koymaktan ve her seferinde iki kere kemer çözüp ayakkabı fora etmekten sıkıldım.
Eh, ne yapalım, yaşımız ilerledi, artık uçkuru harama çözemiyoruz ama güvenlik görevlileri eşliğinde havaalanlarında bu şekilde çözüyoruz! Bu gırgırla avunuyorum.
Yayın tarihi: 11 Aralık 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/11//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.