Evet,
Avrupa Birliği bugün Avrupa düşüncesinin
klasik, hümanizm ve Avrupa'dan oluşan üç
"zehirli" kavram üstüne
kurulamayacağını, tam tersine yeni bir yapının ancak bunlardan
kurtulmakla mümkün olduğunu fark etmiş bulunuyor.
1990'lardan itibaren köprülerin altından akan sular
yeni bir Avrupa nüfusu ve sosyolojisi ortaya çıkardı. Bu yeni dokunun tepeden tırnağa
melez olduğu apaçık ortada.
Evrensel olanın hegemonyası bugün
yerel olanın gerçekliğiyle kırılıyor. Avrupa dışı coğrafyalardan kendi kültürleriyle gelen ve
üretimine katkıda bulundukları topluma
demokratik haklarıyla katılmak isteyen büyük nüfus kütleleri 19. yüzyılın yarı romantik Avrupa/lılık anlayışıyla bütünleştirilemiyor. Dünkü yazımdaki cümleyi tekrar edeyim ve
Avrupa Avrupa'yı kendi dışına çıkarmaya çalışıyor diyeyim.
Ortak pazardan ortak değere "Böyle bir Avrupa'nın
ortak değeri ne olacaktır" diye sorulursa cevabım
demokrasidir. Klasik Avrupa düşüncesi ve kültürü belki alttan alta bir yerlerde işleyecektir ama onun bugün ele alınışı bile ancak demokratikleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Dayatmacı, dışlamacı, içe dönük bir tavrın anti demokratik olacağı besbelliyken Avrupa kültürü ve klasik-hümanizma düşüncesinde direnmenin demokratik olmayacağını ayrıca belirtmek gerekmiyor herhalde.
Hatta ondan daha önemlisi var.
Avrupa'nın tarihi, hiç lafı dolaştırmadan söyleyelim ırkçı ve sömürgecidir. Üstelik Avrupa bu iki suçu da
Avrupa düşüncesi adına işlemiştir. Bunlar ortada dururken ve
Mark Mazower'in tabiriyle faşizmi üretmiş
Karanlık Kıta'yken Avrupa (bu kitap
Bilgi Üniversitesi Yayınları' nca basıldı) demokrasinin dışında ortak bir kültür aracı bulmak olanaksız.
Avrupa'nın dışarısı: İslam Avrupa'yı bu yönde sıkıştıran en önemli unsurlardan birisi bugün tartışmasız biçimde İslam.
Kendi içinde ne kadar demokratik olduğu ayrı bir tartışma konusu olsa da İslam bugün kendi dışındaki dünyanın en azından kimlik ve tanıma politikaları bağlamında demokratikleşmesini dayatan en önemli dış güç. Bu ister istemez Avrupa'nın laiklikle olan ilişkisini gözden geçirmesine yol açıyor ve şimdi kıta Avrupa'sı bu olguyu özellikle yaşayan Fransa ve
Almanya gibi ülkeleri aracılığıyla kendisini yeniden kurguluyor.
Bütün o türban, namaz, abdest "bagajıyla" İslam Avrupa'nın "üstünde dolaşan hayalet", Marx'ın deyişiyle . Böylece Avrupa modernleşmesini de gözden geçiriyor.
Avrupa'yı değiştirecek Türkiye Yeniden kendimize dönelim ve bütün bu çerçevenin bizim için ne ifade ettiğini soralım. Nasıl sormayız?
Modernleşmesini Avrupa-Batı olmak referansıyla kurmuş, hukukunu ve kültürünü oradan almış, bugün de Avrupalı olduğunu ve AB'ye girmeye hakkı bulunduğunu iddia eden bir Türkiye'nin bugünkü Avrupa'yla ilişkisi bambaşka bir anlam ifade ediyor. İster
alternatif modernleşme bağlamında bakalım, ister
İslam'la ilişkisi çerçevesinde ele alalım,
Türkiye bugün Avrupa için bir referans noktasıdır . Çünkü bugünkü
Türkiye, Avrupa'nın içindeyken dışında, dışındayken içindedir . Bu, iki tarafın da algılamasıdır.
Bu koşullar altında Türkiye'nin "Avrupalılaşarak" yani kültür aracılığıyla Avrupa ile bütünleşmesi hem zor hem de çok gerekli olmayan bir husustur. AB'ye girecekse ve bu onun Avrupalılığının bir göstergesi olacaksa bunun yolu Türkiye'nin o kıtayla bugünün kavramları etrafında yani demokrasi ve hukuk doğrultusunda bütünleşmesidir. AB bu bakımdan Türkiye için bir nirengi noktası, bir mihenk taşı, bir kıstastır. Yani teknik bir referanstır AB Türkiye için ve hepsi o kadardır. Bu yol sadece
Türkiye'yi Avrupalı yapmakla kalmaz, Avrupa'yı da dönüştürme fırsatını ona verir.
Türkiye 19. yüzyıldan bu yana en önemli kozunu yakalamıştır. Artık o kültüruygarlık, yerlilikevrensellik çatışmaları arasında boğulmanın bir anlamı yok. Demokratik olmadıkça bir Avrupa toplumu da Avrupalı değildir. Nerede kaldı
Türkiye...
Yayın tarihi: 20 Kasım 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/20//haber,636038E1811449BF8E82C2A600D1F35C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.