Paris'e gitmeden önce bir pazar yazımda çocukken nasıl merak edip falcılığa başladığımı anlatmıştım.. Annemin kabul gününde komşu kadınların falına bakarken babam tarafından nasıl yakalandığımı.. Tüm fal kitaplarımın nasıl sobaya gittiğini..
Yıllar sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girdiğimde kızları etrafıma toplamak için nasıl yeniden falcılığa döndüğümü.. Ellerini tutabilmek için bir de nasıl kahvenin yanına el falını da koyduğumu..
"Devamı haftaya" dedim. Olmadı.. Haftaya olmadı, daha sonra Paris'e gittim, iki pazar da öyle geçti olmadı. Döndüm, dalga geçtim olmadı.. Şimdi aklıma geldi.. Tam bir ay sonra oldu..
Bakalım nasıl oldu?..
Kantinde havamız yayılmış.. "Hıncal iyi fal bakar.. Hem kahve, hem el.." Kızın gözlerinin içine derin derin bakabilmek için bir de "göz falı" icat ettim, inanın. Mülkiye kantininin gözdesi olduk. Masamız sabahın erken saatlerinden itibaren cıvıl cıvıl.. Bir yandan, Mülkiyeli arkadaş peşinde, komşu hukuk kızları.. Öte yanda, hariciyeci eşi olma hayalleri içinde okulu asıp gelen kolej güzelleri.. Bizim masamıza ille de uğruyorlar..
İş nasıl tuttu, bilemezsiniz.. Tutunca, biz de azdık..
Yeni Gün gazetesinde çalışıyoruz, Ahmet'le birlikte.. Hemen her gece yazıişlerinden gelen feryadı duyuyoruz odamızdan..
"Yahu nerde yıldız falı.. Niye yazılmadı.. Gazete gene geç kalacak.." Yıldız falı angarya.. Hergün biri yazacak, ama yazmıyorlar.. Çare.. Aşağıda sayfayı bağlayan mürettip, bir gün evvelki falın yerlerini rastgele değiştiriyor,
"Herkes kendi falını okur, başkasına bakmaz nasılsa" diyerek. Akrep, Kova'ya kayıyor.. Kova, Aslan'a, falan filan.. Bir gece gene yazıişleri müdürünün çığlığını duyunca, şimşek çaktı. Doğru gazeteyi yöneten M.Ali Ağabey'e gittim.. "Yıldız falını artık ben yazmak istiyorum" dedim. M.Ali Ağabey bu felaket angaryaya niye gönüllü olduğumu anlamadı. İşin içinde bir hinlik olduğunu sezdi, ama, bir sorun çözülecek ya.. "Peki" dedi..
İş kaldı, bizim masaya sık gelen kızların burçlarını öğrenmeye.. En kolayı o.. Fal konusu açılınca herkes burcunu söyler..
Şimdi kızı biliyorum. Burcunu biliyorum.
Ondan hoşlanan bizim delikanlıyı da..
"Esmer, gözlüklü, kıvırcık saçlı, 1.75 falan boyunda birisi" diye tam adres verip "Hem de ne mutlu olacaksınız" diye de geleceği (!) yazdım mı, deve hendeği atlıyor..
Gazete masada.. "Şu falıma bir bakayım" diye açıyorum.. Sonra "Ayşe senin burcun ne" diyorum, bilmez gibi.. Yüksek sesle okuyorum.. Az sonra, bizim esmer, gözlüklü, kıvırcık saçlı, 1.78 boyundaki arkadaş masaya geliyor.. Tanıştırıyorum..
Gerisi bizim arkadaşın yeteneğine kalmış.. Tabii bizim ertesi günlerde, duruma göre devam eden fal tavsiyelerimize..
Bunca gayret, bunca çaba, bunca tezgâh neye yarıyor diye merak edeceksiniz.. Yıl 1958.. O zaman flört iki matinesine sinemaya götürüp elini tutmak.. Ya da Kuğulu Park'ta bekçiler görmeden (Görürse hemen kovuyorlar çünkü) yanak, dudak arası dokundurabilmek.. Hepsi o.. Çocukluktaki fal merakım, Mülkiye günlerimi bayağı keyiflendirmişti..
Amma bir Erdek maceramız var ki, en ilginci o..
( 14 Eylül 2003'te yayınlandı)
Bugünkü Tüm Yazıları
Fala inanma.. Falsız kalma..
Yayın tarihi: 15 Kasım 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/15//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.