kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Kasım 2008, Pazartesi
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat
DÜNYANIN GÜNDEMİ OBAMA... Obama'nın kitabı, geçen salı günü seçimleri kazanmasının ardından Türkiye'de de büyük bir ilgi görmeye başladı...

'Güçlü olamıyorsan güçlü dostlar edin'

09.11.2008
Annesi artık bir Amerikan okuluna gitme vaktinin geldiğine karar verdi. Obama için büyükanne ve büyükbabasının yanında geçireceği günler yaklaşmıştı Üvey babası Lolo, Obama'yı "Oğlum" olarak tanıtıyordu. İyi anlaşıyorlardı. Hislerini pek belli etmezdi. Ama Obama ondan, hayata dair çok önemli 'ipuçları' öğrendi..
Üvey babam Lolo Soetoro çok fazla konuşmuyordu ama kolay geçindiğimiz biriydi. Beni ailesine ve arkadaşlarına oğlu olarak tanıtmıştı ama asla işleri gerçekçi öğütlerden ileri götürmedi ve ilişkimiz aslında bundan daha fazlasıymış gibi yapmadı. Hisleri hakkında hiç konuşmadığını fark ettim. Onu hiç gerçekten sinirli ya da üzgün görmemiştim. Sert yüzeyler ve hatları belirli düşüncelerden oluşan bir dünyada yaşıyor gibiydi. Birdenbire aklıma tuhaf bir fikir geldi. "Hiç birinin öldürüldüğünü gördün mü?" diye sordum. Soruma şaşırarak gözlerini yere indirdi. "Gördün mü?" diye sordum tekrar. "Evet" dedi. "Kanlı mıydı?" "Evet." "Neden öldürüldü? O gördüğün insan?" "Çünkü zayıftı." "Bu kadar mı?" Lolo omuz silkip pantolonunun paçasını indirdi. "Genellikle bu yeterlidir. İnsanlar diğer insanların zayıflıklarından faydalanır. Bu bakımdan ülkelere benzerler. Güçlü olan zayıf olanın ülkesini alır." Bir yudum daha su içmek için durduktan sonra sordu: "Sen hangisi olmayı tercih edersin?" Cevap vermedim; Lolo gözlerini kısarak gökyüzüne baktı. "Güçlü olmak daha iyi" dedi sonunda, ayağa kalkarken. "Güçlü olamazsan akıllı ol ve güçlü biriyle dostluk kur. Ama insanın kendisinin güçlü olması her zaman daha iyidir."

ARTIK SABAH 4'TE UYANMAK YOK
Annem bir Amerikan okuluna gitmemin vakti geldiğini; kız kardeşim Maya ile birlikte çok yakında, en fazla bir yıl içinde bana katılacağını ve Noel'de de gelmeye çalışacağını söylemişti. Bu bana, geçen yaz büyükbabam Gramps ve büyükannem Toot'la ne kadar güzel zaman geçirdiğimi, dondurma, çizgi film ve plajdaki günlerimizi hatırlatmıştı. "Ayrıca sabah dörtte kalkmana gerek kalmayacak" demişti ki beni en çok cezbeden nokta da buydu. Ancak şimdi, süresi belirsiz bir dönüşe alışmaya çalışırken ve büyükannemle büyükbabamı kendi günlük planlarının ritmi içinde izlerken, ikisinin de ne kadar değişmiş olduğunu fark ettim. Annemle ben gittikten sonra üniversitenin yanındaki büyük, döküntü evi satmış; Beretania sokağında çok katlı bir binada küçük, iki odalı bir daire kiralamışlardı. Gramps mobilya işini bırakıp bir sigorta acentesinde işe başlamıştı ama insanların sattığı şeye ihtiyacı olduğu konusunda kendisini ikna edemediği ve reddedilmeye karşı hassas olduğu için işleri kötü gidiyordu. Her pazar sabahı giderek daha da gergin bir halde çantasını toplayıp sandalyesinin önüne bir sehpa çekmesini izlerdim. Dikkatini dağıtacak her olasılığa takılır, sonunda müstakbel müşterilerine telefon açıp randevularını ayarlamak için bizi oturma odasından kovardı.

GELECEK HİÇ UMUT VERMİYOR
İşte büyükannem ve büyükbabam böyle yaşamıştı. Hâlâ artık pek sık gelmeyen misafirlerine saşimi pişiriyorlardı. Gramps işyerinde hâlâ Hawaii gömlekleri giyiyor, Toot hâlâ ona Toot denmesi için ısrar ediyordu. Yine de beraberlerinde Hawaii'ye taşıdıkları tutkular, rutin yaşam onlar için başlıca avuntusu haline gelene kadar yavaş yavaş yok olmuştu. Sık sık Japonların adaları nasıl ele geçirdiğinden, adanın finansal işlerini Çinlilerin nasıl kontrol ettiğinden şikâyet ediyorlardı. Watergate duruşmaları sırasında annem, 1968'de asayişi sağlamaya aday olan Nixon'a oy verdiklerini keşfetmişti. Artık birlikte plaja ya da yürüyüşe gitmiyorduk; geceleri Toot odasında oturup dedektiflik romanları okurken Gramps de televizyon izliyordu. Artık en büyük heyecanları yeni perdeler ya da ayrı derin dondurucuydu. Sanki orta yaşın doyumlarını, olgunluğun getirdiği yakınlaşmayı, enerjiyi ve üstesinden gelinen işlerin ruhu özgürleştiren farkındalığını atlayıp geçmişlerdi. Benim yokluğum sırasında bir noktada zararın neresinden dönsek kârdır deyip hayatlarını kabullenmişlerdi. Artık umut verecek bir gelecek yoktu.
Haberin fotoğrafları