kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
9 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Avrupa turunun ardından

Bugün Dışişleri Bakanı Ali Babacan'la hızlı (5 günde 5 ülkenin 6 kentine uğradık: Marsilya, Roma, Prag, La Haye, Londra ve Newcastle) ve yoğun (Her gün sabahın köründe başlayan görüşmeler gecenin ileri saatlerine kadar sürdü) Avrupa gezisinde edindiğimiz en taze gözlemleri aktaracağız. Sonra da olağanüstü bir gelişme olmazsa AB ile müzakereleri bir süre izlemekle yetineceğiz.
Avrupa, Türkiye'nin olası üyeliğiyle ilgili olarak üç hayati soruya bir türlü yanıt bulabilmiş değil:
1- Türkiye elbette stratejik açıdan önemli ama bu konum onun üyeliğini kabullenmek kadar vazgeçilmez mi? Avrupa'nın güvenliği ve istikrarının korunmasının bedeli Türkiye'nin üyeliği mi olmalı?
2- AB, büyük ve nüfus açısından kıtanın bir numarası olmaya doğru koşar adımlarla ilerleyen Türkiye'yi bünyesini bozmadan kabul edebilecek "Sindirim kapasitesi"ne sahip mi, ya da yakın gelecekte sahip olabilecek mi?
3- Avrupa'nın yalnızca coğrafi değil, kültürel (Siz bunu "Dinsel" olarak okuyun) sınırları Türkiye'nin üyeliğiyle olması gereken noktalara mı varmış olacak, yoksa bu genişleme kıtanın kimliğinin veya kimyasının geriye dönüşü olmayacak biçimde bozulmasına mı yol açacak?

İlişkilerin üç boyutu
Avrupa'nın çok derin korkularını yansıtan bu sorulara cevap bulmak yine Avrupa'ya düşüyor. Sadece şu kadarını söyleyelim; üç sorunun yanıtı da Türkiye'nin lehine. Ama üst düzeyde, karar vericiler katında. Zaten sorun da bu.
Aslında Türkiye-AB ilişkilerini üç boyutta görmek ve değerlendirmek gerekiyor.
* Birincisi AB'nin 27 üyesinin hükümetleri. AB Konseyi'nde (Liderler zirvesi) çoğunluk Türkiye'nin Avrupa yönelimini destekliyor. Ayrıca kararlarda oybirliği koşulu lehimize işliyor: Türkiye'nin üyeliğini reddedenlerin önü kesiliyor.
* İkinci boyut AB kurumları. AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu. Burada da ciddi sıkıntı yok. Her ne kadar AB Komisyonu son İlerleme Raporu'na da sindiği gibi Türkiye'ye karşı ikircikli tavır sergilese de, son tahlilde Türkiye'yi Avrupa çıpasına bağlı tutmanın, kıtanın aklınıza gelebilecek tüm kategorilerdeki çıkarları için hayati olduğunu biliyor. Bunu da "Barış, refah, özgürlük ve demokrasi bölgesinin genişletilmesi olarak özetleyebileceğimiz stratejik meydan okuma, Avrupa'ya aşamalı ve kontrollü bir genişleme sürecini devam ettirme zorunluluğu dayatıyor" diye ifade ediyor. (Olli Rehn'in Strasbourg Üniversitesi'nde verdiği konferanstan.) Avrupa Parlamentosu'na gelince; zaman zaman Hıristiyan Demokrat ve Sol gruplarda soğuk rüzgarlar esse de, AB'nin yasama organına bugüne kadar sağduyu hakim oldu.

Dostlarda tehlikeli gelişme
Yani AB'nin üç boyutundan ikisinde, hükümetler ve kurumlar düzeyinde, Türkiye'nin üyelik sürecini tehlikeye sokacak bir gelişme söz konusu değil.
* Sorun üçüncü boyutta. Avrupa halklarında. Üstelik orada sıkıntı giderek daha da büyüyor, derinleşiyor. "Daha da" vurgusunu özellikle yaptık. Çünkü Avrupa halklarında veya medyatik ifadeyle kamuoyunda Türkiye karşıtlığı sürekli güçleniyor. O kadar ki, "Türkiye dostu" diye bilinen, üyeliğimize sıcak bakanların çoğunlukta olduğu ülkelerde bile makas kapandı.
Buyurun Fransa'nın başlıca kamuoyu araştırmaları kuruluşu IFOP'un bu ay başında yaptığı anketin sonuçları:
Tam üyelik müzakerelerinin açılması kararının alındığı 2004 sonunda İspanyollar'ın yüzde 78'i, İtalyanlar'ın yüzde 67'si, İngilizler'in yüzde 58'i Türkiye'nin üyeliğine destek veriyordu.
Aşağı-yukarı 4 yıl sonra, bugün tablo şöyle: Türkiye karşıtları üç dost ülkede de çoğunluğa ulaştı: İspanya'da yüzde 51, İtalya'da yüzde 56, İngiltere'de yüzde 57. Elbette küresel mali krizin Avrupa'daki serpintileri bu hava değişikliğinde rol oynamış olabilir.
Aslında dostlarda rüzgarın yön değiştirmesi fırsat olabilir. Bu krizi -tahmin veya iddia edildiği gibi- AB ülkelerine göre çok daha az hasarla atlatabilirsek, Avrupa'nın bencil ve çıkarcı halklarına maddi açıdan güvenli geleceklerinin biraz da dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip Türkiye'nin üyeliğine bağlı olduğunu burunlarını sürte sürte belletebiliriz. Zaten sorumsuz siyasilerin kuyruğuna takılarak, bunu hak ediyorlar.