Ormanın içinden çıkan patika, çayırların yeşil elbisesine takılı bir iplik gibi uzanmakta... Kuşlar korosu her günkü provalarını yaparken, doğanın senfonisine aykırı sesten ürken sincaplar ağaçların üst dallarına doğru kaçışırlar. Metal parçaların birbirine ritmik olarak sürtünmesinden çıkan bir sestir bu. Oradan, ormanın derinliklerinden gelmektedir.
Eski bir bisiklettir sesin sahibi... Ön tekerleğinin üstünde hasır bir sepet olan bisikletin selesinde, beyaz elbiseli ve beyaz şapkalı bir genç kız oturmakta... Bisiklet yaklaştıkça, zincirinin dönerken çıkardığı ses manzaradaki tek çirkinlik olarak dayanılmaz bir hal alıyor. Ne mutlu ki, işkence uzun sürmüyor ve genç kız bisikletten inerek sepetten bir kutu çıkarıyor. Bu bir krem kutusudur. Genç kız, pedalların arasında yağsızlıktan inleyen dişliye parmağıyla krem sürüyor, tek tek... Yeniden bisiklete binip hareket ettiğinde, o paslı, rahatsız edici sesin kaybolmadığını duyuyoruz.
İşte tam o sırada kremin adı yazıyor ekrana ve ardından da şu söz geliyor: "Hiç yağ içermez!" Bir reklamdır size anlattığım. Bir Avrupa ülkesinde,
televizyon kanallarının birinde rastladığım ve hayran olduğum bir reklam... Bir el kreminin hiç yağ içermediği bundan daha güzel anlatılabilir mi? Bir de sigorta reklamı var, çok sevdiğim.
1900'lerin başlarına ait bir gardıroptan giyinmiş iki genç adam aldıkları siparişi koca bir sandığa koyarlar ve bir kamyona yüklerler...
Bürolarında otururlarken, gelen telefonla telaş içinde dışarı koşarlar. Kamyon uçurumdan aşağı yuvarlanmış, bir tek onların sandığı kenardaki ağacın dallarına takılı kalmıştır! Derin bir nefes alan iki ortağı bir garda görürüz. Sattıkları malların sandığı, bir vagona yüklenir ve tren hareket eder. Bürolarında çalan telefona bu sefer ikisi birden atılır.
Haber yine kötüdür! Tren bir başka trenle çarpışmıştır. Kaza yerine gelen genç tüccarlar, birbirine geçmiş vagonların üstünde bir sandık görürler.
Evet, bu kendi sandıklarıdır.
ŞANS HER ZAMAN SİZİNLE DEĞİLDİR! İki ortak limandadır bu sefer...
Rıhtımdaki vinç, koca bir filenin içindeki sandıklarını bir gemiye yüklemek için yukarı kaldırdığında, taşıyıcı halatların kopmakta olduğunu fark etmezler. Gerilim yüklü bu sahneyi yalnızca biz izleyiciler görmekteyiz.
Halatların kopmasına az bir süre kala vinç, sandığı geminin güvertesine indirince rahat bir nefes alırız. İki ortak, neşe içinde bürolarına dönerken, şu söz okunur ekranda: "Şans her zaman sizinle değildir!" Rıhtımda yükselen kameraya geminin küpeştesine yazılı adı takılır: Titanic.
Taklitten, sığlıktan uzak, yaratıcı düşünceden doğan reklamları sevmişimdir hep. Bunlara bir de Anadolu Hayat Emeklilik'in yeni reklamı eklendi. Küçük Atatürk'ün, babasının ölümünün ardından dayısının çiftliğinde karga kovaladığını hepimize öğrettiler. Bu bilgi zamanla 'Özgürlük Çocuğu'nun basmakalıp, özensizce yapılan birbirinden çirkin heykelleri gibi hayattan koptu ve onun zekâsını, duygularını, düşüncelerini yansıtmaktan uzaklaştı. 2005'te yayımlanan ve yazılma aşamasında İstanbul Oyuncak Müzesi'ni de kurmak için ter akıttığım
Kırdığımız Oyuncaklar adlı kitabımda, Özgürlük Çocuğu'nun oyunları, oyuncaklarını da araştırmış, taşlardan ve dallardan yaptığı oyuncak evi kızkardeşi Makbule ve de kimsenin oynamadığı Roman çocuklarla paylaşmasının geleceğinin habercisi olduğunun altını çizmiştim.
Anadolu Hayat Emeklilik reklamındaki çocuk Atatürk, kız kardeşini de yanına alarak, birlikte karga kovalıyor.
Reklamın sözü de şöyle: "Onun yolunda, kadınlarımızın yanındayız." Reklamın senaryosu, çekimi, müziği, her şeyi mükemmel. Ne mutlu ki, son yıllarda çocukluk tarihi önem kazanmaya başladı. Hayatlarını çocuğa adamış olan Atalay Yörükoğlu ve Müjdat Başaran gibi kaybettiğimiz hekimlerimiz, yattıkları yerde huzur içindedirler. İnsan hayatına yön veren haritaların çizildiği çağ çocukluk değil de neresidir? Ben, Anadolu Hayat Emeklilik yöneticilerine teşekkür ediyorum, kâğıt gemilerden emekli bir kaptan olarak!
Yayın tarihi: 1 Kasım 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/01/ct/sakin.html
Tüm hakları saklıdır.