kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
17 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Ebru Çeliktuğ: "Beyazperde için yaratılmış"

SİNEMA
Giriş Saati : 17.10.2008 10:53
Güncelleme : 17.10.2008 23:12
Yeni Haber
Popüler bir video oyunundan sinemaya aktarılan "MAX PAYNE", ailesi katledilen bir polisin, olayı çözmek ve intikam almak amacıyla içine girdiği yeraltı dünyasındaki amansız mücadelesini anlatıyor. John Moore’un yönettiği, Mark Wahlberg, Mila Kunis ve Beau Bridges’ın başrolleri paylaştığı film, karakterlerinin duygusal derinliğiyle birleşen stilize aksiyon sahneleriyle, adeta "Günah şehri" ve "Kirli Harry"nin kesiştiği görsel bir şölen vaat ediyor...
2001 yılında piyasaya çıkan Max Payne video oyunu, "Third personshooter" yani, "üçüncü şahıs nişancı" oyunları arasında kendine has özellikleriyle farklı bir yer kazanmıştı. Yani oyunu kahramanın gözünden değil, sırtından izleyerek oynuyordunuz. Finlandiya menşeli oyunun ikinci versiyonu 2003'te piyasada yerini bulurken 2008 itibariyle iki oyunun dünya çapında satışı 7 milyona ulaşmıştı. Hong Kong aksiyon sinemasından esinlenmeler taşıyan oyunun bu derece sevilmesinde; özellikle John Woo filmlerini hatırlatan sinema tografik öğeler taşımasının da büyük etkisi vardı. Ayrıca Hollywood'un B sınıfı kara filmleri ve ucuz romanlardan fırlamışa benzeyen karakterleri ve olay örgüsüylede oyun, kendine özgü bir renk yaratmayı başarmıştı. Üstelik Washowski Kardeşler'in "Matrix"te uyguladıkları özel efektlerden "bullet time" da oyunda kendine yer bulmuştu. En hızlı sahneler yavaşlatılarak kurşunların bile görülür hale getirildiği bu yöntem, oyunun ayrıcalıklarından biriydi.

2003'te Fox, oyunu sinemaya aktarmak üzere haklarını satın aldı. Kadro yavaş yavaş oluşturuldu. Yönetmen, en son korku klasiği "Omen"in 2006'daki versiyonuyla karşımıza çıkan John Moore olarak belirlendi. Max Payne için seçilen oyuncu Mark Wahlberg'tü. Çekimlerse Toronto'da (pek çok sahne bir metro tünelinde) tamamlandı.

Bu derece sinematografik öğeleriyle sivrilen oyunun sinemaya uyarlanma süreci nasıl oldu pekiş Yapımcı Julie Yorn'a göre: "Max Payne oyunu zaten film tutkunları için geliştirilmişti. Kara film tarzındaki karakterlerinden olayların akışına ve diyaloglara kadar, oyunda büyük ölçüde sinema etkisi vardı ve tipik video oyunundan çok daha aşkın bir yapıdaydı." Oyunun bu özellikleri düşünülünce filme aktarılırken de herşeyin tereyağından kıl çekercesine kolay olacağı akla gelebilirdi, ama öyle olmadı"Oyunözgün tarzına ve ruhuna sadık kalmaya çalışırken farklı bir film ortaya koymak zorundaydık!" diyor Yorn.

İşte bu noktada, henüz ilk kez böyle büyük bir projenin senaristliğine soyunan Beau Thorne'un katkılarından bahsetmek gerekiyor. Filmin fragmanını izleyen oyunun hayranlarının internetteki forumlarda söylediklerine bakılırsa Thorne, sadece ana karakterin duygusal olarak içinde bulunduğu vahim durumu yansıtmada değil, illüzyon ve gölgelerle dolu bir dünya yaratma ve doğaüstü öğeleri bu dünyaya eklemleme konusunda da başarılı olmuş. En çok, saatler süren oyunun içerisindeki en temel motifleri seçme konusunda zorlandığını söylüyor filmin basın bülteninde: "Oyunla ilgili her şeyi öğrenmeye çalıştım, sonra da bunları sadeleştirip düzene koymanın yolunu araştırdım. Hem orijinal materyale sadık kalmak hem de bunu bir adım ilerleterek gerilimi yükseltmek, üstesinden gelmesi zor bir meseleydi gerçekten de."

Beau Thorne'un filme taşıdığı, oyunda yer almayan, başka dünyalara ait karakterler de var. Bunların arasında en dikkat çekeni, Max Payne'i tehdit eden kanatlı bir iblis! İskandinav mitolojisinden ödünç alınma Valkyrie adlı bu yaratık, Max Payne'in katledilen ailesinin trajedisinin altında yatanlara dair büyük ipuçlarını elinde tutuyor. Hikaye ilerledikçe, bu iblis imajının ve ona bağlı diğer anahtar öğelerin olaylar içindeki ağırlığı ortaya çıkıyor. Valkyrie'nin "V"sine ayrı bir dikkat sarf etmek, öykünün ana noktalarını anlamak açısından büyük önem taşıyor.

Filmin hikayesiyse oyununa kışıyla paralellik taşıyor. Max Payne, yıllar önce eşi ve çocuğunun katledilmesinin intikamının peşine düşen ve artık kuralları kendi koyan, "Dirty Harry" tarzı bir polis. Evini basan uyuşturucu müptelalarının bıraktığı izlerle uyuşturucu satıcısı bir mafya örgütüne ulaşmaya ve onlara karşı açtığı tek tabanca savaşı kazanmaya çalışıyor. Yeraltı dünyasının karanlık dehlizlerinde kasvetli bir dünyanın içinde kendini bulan Max Payne'e bu macerada kız kardeşinin katilini arayan Mona Sax (Milo Kunis), güzelliğiyle büyüleyen bir Rus katil, Natasha (Olga Kurylenko), dedektif Jim Bravura (Hip hop şarkıcısı Chris "Ludacris" Bridges) ve Max'in akıl hocası, sürprizlerle dolu B.B. Hensley (Beau Bridges) eşlik ediyor. Oyun içinde oyun, olduğundan farklı görünen ve dost mu düşman mı olduğu hep tartışmalı kişiler, Payne'in -ve biz seyircilerin- sürekli bir bulmacanın içinde hissetmesine neden oluyor.

Max Payne, ordunun süper askerler yaratabilmek için bir deney yaptığını ve bu deneyde kullanılan ilaç testinin birileri tarafından sokaklara taşınmasıyla kendi ailesini katleden uyuşturucu müptelaları arasında ilişki olduğunu keşfediyor yavaş yavaş. Hatta davasını sürdürebilmek ve bu süper askerler gibi güçlü kalabilmek için ilacı kendi üzerinde de deniyor. Bu sırada ortaya çıkan halüsinasyonların gözkamaştırıcı bir görsellik taşıdığı söylenmekte!

(...)

"Max Payne", sezonun en iddialı yapımlarından biri gerçekten de. Oyunun hayranları kadar, değişik teknikli aksiyon sahnelerinin varlığıyla zenginleşen çağdaş bir kara film arayan sinema seyircisinin de kayıtsız kalamayacağını düşünüyoruz. Hayat da dev bir oyun alanı değil mi sonuçta?