Ramazan bitti, bayram yaşanmaya başlandı ve televizyonlardaki programlar izlenince insanların bu iki olguyu tam manasıyla
pazartesi günkü yazıda belirttiğim gibi
"büyüsü bozulmuş" daha doğrusu
"büyüsü kaçmış" bir dünyada kendilerine bir yeni hülya yaratmak için bir fırsat olarak kullandığını görmemek olanaksız. Gerçekten de öyle; aşırı
materyalistleşmiş bir dünyada yok olan "romans"ı yaşamak için insanlar çok haklı olarak ellerine geçen hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Ama romans bizde yörüngesinden çok sapan bir kavram...
Ne kadar başarılı olduklarını söylemek çok güç; çünkü romantisizmin belli bir seviye tutturularak üretilmesi çok güçtür. Biz sadece
romantisizm diyoruz ama Batı dillerinde bir de
"sentimentalizm" diye bir kavram var. Türkçede onu
duygusallık diye karşılıyoruz. Doğru veya yanlış bu kavram bize bir şey ifade etmiyor. Dil sözcüklerden öte, sözcüklerin yüklendiği anlam tabakalarıdır. O açıdan bakınca sentimentalizmin Türkçede güçlü, çağrışımlar yaratan bir karşılığının olduğunu söylemek imkansız.
Bu bana çok ilginç geliyor. Çünkü,
Romantisizm Batı'da çok önemli bir akımdır. Sadece aklımıza ilk elde gelenleri kapsamaz, ondan çok daha fazlasına sahiptir. Bir açıdan bakılırsa çok önemli bir
düşünce-siyaset akımıdır. Romantisizm siyasal bazı açılımlara fırsat sağlamış, örneğin
milliyetçiliğin altında yatan en önemli sistemik yaklaşımlardan birisi olmuştur.
Bizim garip romantikliğimiz Bizde bir
Romantisizm olmadığını öne süremeyiz. Fakat Türk romantikleri bana kalırsa
Namık Kemal ve arkadaşlarının kuşağıdır. Nitekim onlar da bu kimlikleriyle Türkçeye
"vatan" kavramını taşımış, Anayasa tartışmalarını başlatmışlardır.
Daha sonraki dönemlerde çok romantik söylemler üretilse de o yaklaşımların başka akımlarla iç içe olduğunu ve bu kertede siyasal bir bünyeye sahip bulunmadığını belirtmek gerekir. Ne bileyim,
Cenap Şahabettin'in
"Elhan-ı Şita" şiiri çok güzel ve etkileyicidir, romantik bir dokuya da sahiptir ama
Isaiah Berlin'in
Romantisizmin Kökleri kitabında dile getirdiği unsurları barındırmaz.
Ahmet Haşim'de de benzeri yoğunlukta duygular yakalanmasına yakalanır fakat onu da bir romantik şair saymak zordur. Zaten onunla birlikte romantik sayılabilecek bütün açılımlar sona ermiş Türk edebiyatı ikili bir oluşum içine girmiştir.
Ol mahiler ki... Modern Türk edebiyatı,
Milli Edebiyat'tan başlayarak (hatta modern edebiyatın başlangıcına kadar gidecek biçimde) ya
(sosyal) gerçekçilik üstüne oturmuştur ya da romantikliği bir tarafa iterek düpedüz sulu sepken bir sentimentalizmle yüklenmiştir. Birkaçı dışında, belki şiirin yapısına da koşut olarak, sentimental olmayan bir şair bulmak kolay iş değildir.
İşte bu husus benim dikkatimi çok çeken unsurlardan birisidir. Çünkü, özellikle
1980'lerden sonraki edebiyat ve ondan fersah fersah fazla olarak
popüler kültür bütünüyle sentimentalizm üstüne kuruludur. Bu
kiç denilen üretim ve anlayışın da özüdür. Düşündürmeyen, sadece uyuşturan bir sentimentalizm. Bugün
Arabesk dediğimiz kültüre, onun sözel ve ses ürünlerine yani şarkılarına şiirlerine bakanlar bunun seviyesini anlayabilir. Aslında bu duygusallık bizim bütün edebiyatımıza hakimdir.
Açıkçası biz romantik değil sentimental bir kültüre sahibiz, edebiyatımız da o çerçeve içinde biçimlenmiştir. Bütün bunlardan sonra şu soru şaşırtıcı değil mi: tüm bu gerçeğimize rağmen dilimiz henüz sentimentalizmi tam manasıyla benimseyecek veya karşılayacak bir sözcüğü niye üretmemiştir ve niye biz sadece "romantik" sözcüğüylekimliğiyle yetinmişizdir?
"Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler" dersek acaba bir açıklama getirmiş olmaz mıyız yoksa bu, yaptığımızla yapmak istediğimiz arasındaki büyük farkın bir kez daha ve bir başka mecrada suratımıza çarpması mıdır?
Yayın tarihi: 1 Ekim 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/01//haber,69E3A6605DF349C0A6F14DE2881CBD66.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.