Deniz Feneri
Almanya'nın yolsuzluk yaptığı mahkeme kararıyla kesinleşti. Suçu sabit görülenler 2 ila 6 yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırıldı.
Şimdi herkesin merak ettiği soru şu:
Almanya'da patlayan bu skandalın
Türkiye uzantısı var mı?
Varsa kim araştırıp ortaya çıkartacak?
Bu sorunun bir cevabı yok, kısa dönemde de bir cevap verilecek gibi görünmüyor. Ama
"testi kırıldı" ve bu işin bir geri dönüşü yok.
Türkiye bu alanda da bir yüzleşme yaşamalı.
Ali Bulaç şöyle diyor:
"Deniz Feneri davası ve ortaya çıkan iddialar muhafazakar kesim içinde bir travmaya neden oldu." Toplumun, yardımseverlik üzerinden yapılan bir yolsuzluk karşısında travma yaşamaması düşünülemezdi. Ama asıl olan bundan sonra ne olacağıydı. Çünkü ortada bu yardım meselesi konusunda ciddi bir düzensizlik hakim.
Bu düzensizliği yazar
Ali Bulaç şöyle anlatıyor:
"
Türkiye'nin 80 bin camiinde her hafta para toplanıyor. Makbuz yok. Hesap kitap nasıl tutuluyor. Bu paralar nerede toplanıyor, nasıl harcanıyor? Bence biraz daha bunların şeffaflaşması, kontrolden geçirilmesi gerekiyor. Benim kanaatim herkesin kendi hayrını, yardımını bizzat gidip en yakınındaki fakiri bulup ona yapması."
Bu konu gerçekten çok hassas bir konu... Düşünsenize, yüzyıllık Kızılay bile geçmişte yaşanan yanlış uygulamaların sıkıntısını hala aşabilmiş değil.
Yardım konusunda hala bir güven sorunu var. Buna rağmen şeffaf ve denetime açık bir yapı da oluşturmuş değiliz. Ama yardım toplama sürüyor.
Şu anda
Türkiye'de Kızılay dışında toplumun yardımseverlik duygusu üzerinden para, eşya, yiyecek ve kurban derisi toplayan çok sayıda kurum ve kuruluş var.
Çok ciddi yardımlar da topluyorlar. Örneğin kurban derisi toplamada Deniz Feneri Derneği Kızılay'ı bile geride bırakıyor.
Denetlemeler yetersiz Bu konuda ciddi hiçbir denetimin yapılmadığını geçen yıl iki kez yazdım. Hiç kimse oralı olmadı. Adı geçen kurumlar kendilerinin valilikler ve İçişleri Bakanlığı müfettişlerince denetlendiğini söylüyorlar. Ama bunun yeterli olmadığı çok açık. Çünkü
Türkiye'de bu anlamda denetim yapan kurumlar da güven vermiyor.
Alın bir örnek: Endonezya... Açe'de yaşanan felaket nedeniyle İçişleri Bakanı Dernekler Dairesi Başkanı
Şentürk Uzun bizzat denetlediği Deniz Feneri'nin uçağıyla felaket bölgesine gitti.
Uzun, bugünlerde Deniz Feneri'nin iftar yemeğine katılması dolayısıyla da eleştiriliyorBırakın Kızılay dururken Deniz Feneri'yle felaket bölgesine gitmesini, yazdığı rapor bile güven vermiyor.
Vermiyor, çünkü bir devlet görevlisi olan
Uzun'un Ocak 2006'da yazdığı raporda Deniz Feneri'ne övgüler dizilirken;
New York Times gazetesine kapak olan deprem evlerini yapan Kızılay eleştiriliyor, küçümseniyor. Hatta evlerin yıkılabileceği söyleniyor.
Neden?
Nedeni açık... Büyük olasılıkla Kızılay'a karşı bir önyargı, Deniz Feneri'ne karşı ise adı konmamış bir
"yakınlık" var. Denetim yapanla denetlenen kurum arasında ideolojik, siyasi yakınlık varsa gerçek denetimden söz edilebilir mi?
Türkiye'de olan bu...
Bu koşullarda bu kurumlara çeki düzen vermek, gerçek bir denetim yapabilmek mümkün değil.
Eğer bu ülkenin genetiğinde güçlü bir yer tutan
"yardımseverlik duygusu" nun yara alması istenmiyorsa herkes üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmeli.
Artık
Türkiye, Kızılay gibi tarihi bir kurumun bile
daha yeni kurallara bağladığı, sisteme kavuşturduğu para ve kurban bağışlarını toplama meselesini bir an önce halletmeli ve daha önemlisi bu tür kurumları denetime açık hale getirmeli.
Bu artık sadece
"vicdan" meselesi olmaktan çıkmalı.
Yayın tarihi: 23 Eylül 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/23//haber,6DF396A4D9C444FD8E9C9D136A4E16A7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.