İtiraf edeyim ki, yıllar yılı yaşadığım ve zamanında her taşını bildiğim Ankara'da artık yolumu bulamıyorum. Ankara'yı artık tanıyamıyorum. On yıl önce "son kez kapısından çıkıp giderken" Ankara'nın aynı zamanda girişi olan o yol tam bir mezbelelik veya tam bir taşra görüntüsü yansıtırdı. Şehircilik açısından getirip götürdüğünü bilmesem de bugün aynı kapı hiç değilse makyaj olarak uygar bir kent görüntüsü veriyor. Yeni yollar, altüst geçitler artık bambaşka bir Ankara'da yaşandığını gösteriyor. Bir şehri bu kadar değiştirmek, ona kazılı, onda gömülü görüntü belleğini bu derecede yıkmak, ortadan kaldırmak herhalde hoş bir şey değil ama olanlar olmuş.
Mall'da yaşamak Olan olmuş dediğim şeyin ortaya kendiliğinden çıkmadığı, bunun arkasında yeni bir dünya görüşünün yattığını insan o kentte bir parça yaşayıp eşini dostunu gördüğünde daha iyi anlıyor. Bir yemeğe, küçük bir alışverişe, bir sinemaya gitmeye kalktığınızda kimse size şehrin içindeki yerlerden söz etmiyor. Hemen şehrin etrafına kurulmuş, 1960'ların deyimiyle
"uydu kent" lerde açılan
"mall" lara yani
alışveriş merkezlerine yönlendiriliyorsunuz. Bu yeni kent mekanları birbiriyle müthiş bir yarış içinde. Şehrin merkeze uzak eski ve çok orta halli yerleşim bölgeleri de daha üst gelir seviyesindeki insanları barındıran bölgeleri de "mall"larla kaplanmış durumda.
Mahalleden mall'a Sadece Ankara'da değil, İstanbul'da da durum böyle. Şehir ne yazık ki, daha önce bu köşede bir başka yazıda söz ettiğim gibi, ta kalbinde bile alışveriş merkezleriyle vuruluyor.
Bir kenti kent yapan sokaklar, küçük dükkanlar, onların birbirine benzemeyen ve ortalığa müthiş bir renklilik ve zenginlik saçan dokusu ortadan kaldırılıyor . Aynı markaların birbirinin tıpkısı olan mağazalardan mürekkep alışveriş merkezleri en son canım
Nişantaşı'nın ortasında bile bir ucube gibi yükselmeye başladı. (Bildiğim kadarıyla basında sadece
Oray Eğin bu işe karşı çıktı.)
Artık bir mahalleye, bir semte değil o semti damgalayan alışveriş merkezine gidiyor insanlar. Bence bu, hayattan kaçmanın, içe kapanmanın ta kendisi. Ama galiba bir başka boyutu daha var bu hadisenin.
Kitlenin parçası olmak 19. yüzyıla kadar hayat ayrıntıda biçimleniyordu. Sanayi devrimi ve ortaya çıkardığı dünya, toplum ve insan hele 20. yüzyılın başında tam bir
kitleselleşme gazabına uğradı. O kadar ki, kitlenin homojenleştiğinde elde edeceği güç, bu oluşuma yatkınlığı totaliter ideolojilerin kaynağı oldu.
Faşizm bu gerçeğin üstüne kuruldu. Oysa ondan önce herkes her şeyi elle yapar, müthiş bir ayrıntı özenine ve dikkatine sahip olurdu. Kimsenin elindeki nesne bir başkasının elindekine benzemezdi.
Butik'ten intikam almak Günümüz dünyası bu yaklaşıma
"butik" dedi.
Butik farklılığa, küçük ölçeğe, değişikliğe dayalıdır. Moda dünyası 1950'lerden başlayarak kendisini "hazır giyim"e açtı. Avrupa bunlarla uğraşırken 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika tüketimi yaşama biçimi haline getiriyor, işte o sırada da
"shopping" (alışveriş) kavramını bir yaşama biçimine dönüştürüyordu.
Aynılık, bir örnek olmak, kitle üretimi-tüketimi "yeni hayatın" özüydü. Avrupa yakın bir tarihe kadar bu anlayışa direndi. Hiç değilse kısmen açtı kapılarını. Ama 1990'lardan başlayarak gemi yeniden azıya alan kapitalizm artık sınır tanımıyor. Paris gibi hala merkezinde bu tür rezaletlere yer vermeyen şehirler "çağdışı" diye damgalanıyor.
Şimdi sıra
Türkiye'de.
Biz zaten taklidi seven ve kendi değerini, alışkanlığını inkara yatkın, hatta koşullanmış bir toplumuz . O nedenle de yarın öbür gün çoğu kapanacak olan "mall"lara hücum etmeyi şimdi bir marifet sayıyoruz. Bu, hayat tercihi yönünde verilmiş bir karardır özünde: mall mı, butik mi?
Ben, mall'lara koşanlar mala dönüştüğünü hatırlasın derim!
Yayın tarihi: 2 Ağustos 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/02//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.