Fazıl'a dedim ki, "Bu Kadir'i kov.. Piyanoyu da sat. Ben gazeteciliği bırakıp, Kadir'in yerine menecerin olayım. Sen stand up şov yap.. Paraları TIR kamyonuyla taşır, koyacak banka bulamayız.."
Ben hayatımda bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum.. Bu kadar uzun, bu kadar içten ve bu kadar yoğun.. Öcal Ağbim ertesi gün akşama kadar bel kaslarını ovaladı durdu "Dün gece gülmekten kramplar girdi, karnımı saran bütün kaslar ağrıdı" diyerek.. Masada bizimle olan on kişinin bizden farkı yoktu.. Öylesine bir gülme krizi gecesi yaşadık..
Oysa yemek çok sakin geçmişti.. Genelde bizler konuşmuştuk. Bir gece evvel Fazıl, komşu otel Shine'da bir açılış konseri vermişti.. Konukların özel uçaklarla İstanbul'dan gelip, smokin ve tuvaletlerle katıldığı davete, son anda haberdar olan ve yanında yazlıklar dışında bir şeyler olmayan bizlerin öyle gelme dışında seçeneğimiz yoktu. Fazıl "İlle gelin" diye bastırınca kalkıp gittik, özürler dileyerek..
Harikaydı Fazıl..
O gece gelen konukların genelde klasik meraklısı olmadıklarını bildiği için çok akıllı bir repertuar yapıp, herkesin dinleyip, hoşlanacağı parçalar seçmişti. Kendi bestesi İpek Yolu'nu ilk defa dinledim. İlk defa dinlediğim için de kendimden utandım. Bir kardeş gibi sevdiğim ve izlediğim Fazıl'ın nerdeyse 10 yaşındaki bestesiydi İpek Yolu ve harikaydı.
Sonra özel piyanoda Stravinsky'nin Bahar Ayini'ni seslendirdi. 4 el için yazılmış bu harika bestenin iki elini, 14 bin parmak hareketini kaydedebilen bilgisayarla piyanoya girmiş, öteki iki eli, konser anında canlı eşlikle tamamlamıştı. Tam bir müzik şovu ve ziyafeti oldu.
Beethoven'in unutulmaz "Fırtına" sonatından enfes bir bölümü Gershwin'in Summer Time'ı izledi. İnanın Gershwin'in kendisi böyle yorumlamamıştır, yapıtını.. Fazıl nasıl bir yorumcu olduğunu her defasında kanıtlıyor zaten..
Final'deki Paganini ve Mozart'ın caz yorumları da Fazıl'ındı gene.. Kızı için bestelediği Kumru ve Amerika'da listelere giren
Kara Toprak tüm salonu yıktı geçti..
Ertesi gece biz Fazıl'ı davet ettik, bizim otel Cornelia Diamond'a.. Sevgili Zafer, Meksika restoranında yer ayırtmıştı. Harika tacolar, tortillar, fajitaslar yedik Şef Hasan Ustanın elinden çıkma..
Konser duygularımızı anlattık Fazıl'a yemek boyu, birbirimizin laflarını keserek.. Sevimli bir tevazu içinde dinledi bizi hep, lafa fazla karışmadan..
Tatlıları da bitirmiştik ki, Fazıl kulağıma eğildi.. "Artık yemek bittiğine göre birkaç anımı anlatabilir miyim, Hıncal" dedi..
"Tabii" dedim.. "Anlat.. Anlat!.."
Ve aklımızın köşesinden geçmeyen bir şov çıktı ortaya, Fazıl bizzat yaşadıklarından oluşan anılarını sıralamaya başlayınca.. İlk gençlik günlerinden kalma anılar.. Olmaz böyle şey.. Önce niye yemeğin bitmesini beklediğini anladık..
Sonra ölmeye başladık.. Gülmekten ölmeye.. Yani burada yazılmaz. Yazılsa da Fazıl'ın o çocuksu, o naif anlatımının tadını vermez. Kendisinden dinleyecek kadar talihli olmanız gerek. Fazıl da bunları her zaman her yerde anlatmaz çünkü..
"Yeter, artık anlatma, öleceğiz" dememek için kendimi zor tuttum.
Fazıllı iki gece, harika tatilimin değil sadece, tüm yaşamımım dorukları arasına girdi..
Bugünkü Tüm Yazıları
Gülmekten öldüren Fazıl Say!..
Yayın tarihi: 2 Ağustos 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/02//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.