Taraf gazetesinin yayınladığı belge Türkiye'de ordutoplumsiyaset ilişkileri, o ilişkilerin tarihsel geçmişi ve demokrasiyle olan bağı üstünde düşünmek bakımından çok zengin çağrışımlar uyandırıyor.
Bununla birlikte hemen şunu belirtelim ki, o belgede ortaya koyulan model hiçbir
demokratik ülkede düşünülemez. Demokrasi varsa öyle bir model tasavvur edilemez. Hatta daha ileri gidip eğer ortada
modern bir toplum varsa o toplumda hiçbir kurum o belgedekine benzer bir şey tasarlayamaz demek gerekir.
Demokrasi ve Soğuk Savaş Modern toplumlarda gerek kurumlar gerekse bireyler kendi kararlarını demokratik mekanizmalar içinde kendileri alır. Modern toplum özerklik demektir. Bir başka kurumun o toplumu, dolayısıyla da bireyleri biçimlendirmesi, belli bir ideoloji çerçevesinde güdümlemesi düşünülemez. İşte tam da bu nedenledir ki, Türkiye'de 1946'dan beri çok partili bir demokratik yapı olsa da demokrasi yoktur. Türkiye'de toplum kendisini her şeyin üstünde gören diğer kurumlar tarafından sürekli olarak güdülmek, yönlendirilmek ve nihayet biçimlendirilmek istenir.
Bu model Avrupa'da 1930'larda görülen
totaliter rejimler sırasında yaşandı ve bitti. 1945 sadece 2. Dünya Savaşı'nın değil bu anlayışın da sonunu ilan ediyordu. Bu nedenle Batı toplumlarında "gerçek" demokrasiye geçiş tarihi 1945 kabul edilir ve buna mesela Fransa gibi bir toplum da dahildir.
Bu açılım, demokrasinin temel koşullarından taviz vermeksizin, 1960 ve 70'lerde bir ölçüde yavaşladı. Çünkü dünyada
Soğuk Savaş vardı ve ordular o dönemde
"Hür Dünya"yı
Demirperde Ülkeleri'ne karşı korumak için zaman zaman belli bir "endoktrinasyon" faaliyetine girişmişti. Bu nedenle birçok ülkedeki iktidar değişikliklerinde, yaşanan darbelerde ordular etkin rol oynuyordu.
Türkiye bütün bu dönemleri 1960'tan başlayarak darbeler tarihi içinde yaşadı. Ordu daima kendi ideolojisini topluma egemen kılmak istedi. Bu maksatla Kemalizmin yeni türlerini üretti. Türkiye hep
tek ideoloji kapsamında ve
siyaset dışında bir ülke olarak düşünüldü. Toplumun erginleşebileceğine inanılmadı. Her defasında eli kolu bağlanmak istendi ve her defasında toplumun aldığı kararın yanlış olduğu öne sürüldü. Her defasında toplum darbelerle cezalandırıldı. Toplum
"konsolide" edilmek istendi.
'Soğuk Barış'ın soğuk ilişkileri Bu anlayışın dramatik bir noktaya ulaştığı tarih
1989'dur. O yıl Soğuk Savaş bitti ve demokratik dünyanın orduları karşısında ideolojik bir düşman kalmadı. Demokrasi bütün Avrupa'da yeni bir egemenlik dönemine girdi. Oysa Türkiye'de durum bunun tam tersineydi.
Geleneksel ve tarihsel olarak kendini siyasal kurumsal yapıyı düzenlemekle sorumlu gören ordu bu anlayış doğrultusunda bu defa toplumu ve oradan türeyen siyaseti kendisine hedef seçti. Yalnız önemli bir değişiklik şudur: Daha önceki dönemlerde bir bütün olarak toplumu ve kurumları karşısına alan ordu benim
Soğuk Barış dediğim bu dönemde bazı unsurlarla yeni bir ittifak aradı ki, 1997'de karşı karşıya kaldığımız
28 Şubat bu anlayışın bir uzantısıdır. Şimdi elimizdeki belgede ortaya çıkan model de gene o anlayışın izlerini taşıyor. Toplumun belli kesimleriyle bütünleşerek ve belli bir ideolojiyi hakim hale getirerek kontrolü sağlamak.
Bütün bunlara bakarak Türkiye'de
Soğuk Savaş mantığının geniş ölçüde devam ettiğini ve bunun gerçekten bir Soğuk Barış olarak algılandığını öne sürmek mümkün. Böyle bir zihniyet içinde siyaset nedir, demokrasi nedir sorularının yanıtı meçhul gibi görünüyor. Ama
vesayet bütün bağlayıcılığıyla toplumun üstüne giydirilen bir deli gömleğine dönüşürken gene de bu sorulara verilecek çok önemli bir yanıt var ki, onu çarşambaya bırakıyorum.
Yayın tarihi: 23 Haziran 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/23//haber,5446E9BD68E548DEBBDD0B43EB99C9EF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.