Anayasa Mahkemesi'nin son kararından sonra siyasete hakim olan durum şaşkınlık verici. Çünkü, siyasetin elemanları böyle bir karara karşı ne yapacaklarını, kararı neresinden tutacaklarını bilemeyişin dağınıklığı içinde savrulup duruyor. Ortaya getirilen tek öneri Meclis Başkanı'nın "senato" çağrısıdır. Şu andaki koşullarda gerçekçi ve işlevsel olmasa da bu önerinin üstünde durmakta yarar var. Çünkü, "senato" bence burada bir semboldür. Meclis Başkanı o öneriyle
liberalparlamenter sistemin en önemli sorunu olan
"denetim" sorununa bir çare aramaktadır.
Senatonun kısa tarihi Senato, Türkiye'de 1961 Anayasası ile denendi ve 1982 Anayasası ile ortadan kaldırıldı. 1961 Anayasası başlangıçta siyasete inanmayan ve siyasetin çok kesin bir kontrole alınmasına çalışan bir ekip tarafından hazırlanıyordu. Daha sonra Ankara'daki genç ekibin müdahalesiyle kurulmak istenen yapı gevşetildi. Alınıp verilen tavizler sonucunda da senato sisteme bir denetleme kurumu olarak dahil edildi.
Senato tam bir denetleyici kuruluştu. İçinde tabii senatörler, MBK üyeleri, kontenjan senatörleri vardı. Buna mukabil büyük bölümü seçimle oluşturuluyordu. İktidar partisi genellikle orada da çoğunluğu elde ediyordu. Meclis'ten en önemli farkı üyelerin niteliğindeydi. Meclis'e seçilmek için okur yazar olmak yeterliyken senatör olmak için yüksek eğitim koşulu aranıyordu.
Demirel'den Demirel'e senato 1965'te olağan siyasal ortama dönüldüğünde zamanın önde gelen ismi genç Demirel 1961 Anayasası'ndan yakınmaya başladı. Anayasanın içerdiği denetim mekanizmalarının, Senato'nun ve özellikle yargı bağımsızlığının yürütmenin elini tuttuğunu, işlev ve verimini kısıtladığını öne sürdü. Buna mukabil yaşlı İnönü senatoya taraftardı.
Aradan zaman geçti, Demirel, cumhurbaşkanlığı döneminde görüşlerini değiştirdi. İnönü'nün haklı olduğunu, iki dereceli bir parlamenter modelin daha yararlı olacağını dile getirdi. Sorun, gene aynı sorundu: denetim. Şurası bir gerçek ki, Türkiye, parlamenter bir sistem içinde denetimin nasıl yapılacağını, iletileceğini yeterince tartışmadı. O kadar ki, bu satırların yazarı, bir süre önce gene iki dereceli sistemi tartışmaya açmak istediğinde bugünkü iktidar yanlısı kişi ve çevrelerden olmadık tepkiler görmüştü. Oysa, tozu halının altına süpürmenin kimseye bir yararı yok.
Türkiye demokratik denetim kavramını tartışmak zorunda. Neyi, nasıl denetlemek 1950'den sonra Türkiye'de ya sağ partiler ya da faşist cuntalar hakim olmuştur. Her iki taraf da
mutlak bir iktidar arayışı içindedir. Sağ partiler
"milli irade" kavramının arkasına saklanarak, sığınarak, faşist cuntalar kurumsal düzenlemeler yaparak aynı sonuca varmak istedi:
kısıtlamasız bir iktidar. Oysa liberal-parlamenter sistemin özü bu türden mutlak iktidarların eritilmesine dayanır.
Türkiye bugün daha fazla demokrasi, özgürlük isterken kıta Avrupa'sı demokrasi modelinden AngloSakson bir modele dönüşebilmenin de sancılarını yaşıyor. O modelin özünü de fren ve denge mekanizması meydana getirir. Nedeni açık: özgürlük mikro düzeyde bakıldığından ve insanın kendi benliği ve varoluşu söz konusu olduğunda sınırsız olabilir. Fakat toplumsal-siyasal planda ilişkiseldir ve çokludur. Çünkü toplumsal-siyasal planda iktidar çoğunluğun iktidarı olarak tecessüm edebilir ki, bu da özgürlükazınlık haklarına ters düşer. Bu bakımdan da sistemin belli önlemler geliştirmesi şarttır. Türkiye bugün hem de çok hazırlıksız bir biçimde bu fırtınaya yakalanmıştır.
Çoğunlukla nasıl baş edeceğini şimdi çoğunluğun kendisi aramaya başlamıştır. Bu önemli bir gelişmedir. Çarşamba günü devam edeyim.
Yayın tarihi: 9 Haziran 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/09//haber,EBD955D4C5AC48A594310E4A57CAD0FC.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.