Nüfusu 2 milyona ulaşan Adana, yaşadığı gelişmeyi kontrol altına alabilmiş ender kentlerden. Sitelerin arasında geniş yeşil alanlar var. Adanalı oyuncu Yılmaz Güney görebilseydi, Umut ve Endişe gibi birçok filminde anlattığı bu şehri kesin çok değişmiş bulurdu.
Son zamanlarda gittiğim her Anadolu kentine âşık oluyorum. Balıkesir'den Gaziantep'e, Bursa'dan Adana'ya hepsinde öylesine büyük bir gelişme ve aynı zamanda öylesine güçlü bir kendi özüne, öz varlığına dönüş çabası var ki... Adana, bunun en görkemli örneği oldu. Çok uzun yıllar sonra bambaşka bir kent keşfettim. Nüfusu çevresiyle birlikte 2 milyona erişmiş ve çok göç almış bu kent, bu büyük gelişmeyi kontrol altına alabilmiş ve sorunlarını modern şehircilik yöntemleriyle çözümleyebilmişti. Kentin yeni yerleşme alanlarında yapılan siteler yüksek, ama aralarında yeterince mesafe bırakılmış planlarıyla dikkat çekiyordu. Her yere yeşillik hakimdi: Binaların, sitelerin arasında, geniş bulvarların ortası veya çevresinde. Hele o Seyhan boyu uzanan Merkez Park... Eski portakal bahçelerinin yerine, dünyada bile çok az kentin sahip olduğu büyüklükte, gözün alabildiğine uzanan bir yeşil alan yaratılmış. Gezi ve eğlence sahalarıyla işlevsel bir hale de getirilmiş. Güzel yurdumuzun yoksul ve kavruk kalmış birçok köşesi adına Adanalıları kıskandım. Seyhan üzerindeki tarihi taş köprünün arkasında Sabancıların yaptırdığı 'Türkiye ve Ortadoğu'nun en büyük camisi' Merkez Sabancı Camisi, etrafındaki geniş bahçelerle birlikte kente ayrı bir güzellik vermişti. Adana denince artık akla iki isim geliyor, gelmeli de: Efsaneleşmeye doğru giden başkan Aytaç Durak. Ve de kökenlerini unutmayıp kente büyük yatırım yapan ve tüm zenginleri de arkasından sürüklemeyi başaran Sabancı ailesi. Bu zengin ve kalkınmış Adana'yı görünce düşünmeden edemedim; acaba Yılmaz Güney, Adana'nın Yenice ilçesinde doğmuş bu büyük sanatçı mezarından kalkıp gelse,
Umut'tan
Endişe'ye birçok filminde anlattığı o eski, köy irisi yoksul kasabanın yerinde yükselen bu modern kente ne derdi?
GÖRKEM VE ÇÖKÜŞ BİR ARADA
Ama tarih merakı var ya... Eski Adana'ya çok yer ayırdık bu yüzden... Adana Müzesi, alçakgönüllü, ama çok güzel bir müzeydi. Başlıca özelliği, Hititlerden Roma'ya ve Yunan'dan Bizans'a içindeki hemen tüm parçaların çok iyi korunmuş bir mükemmellikte olmasıydı. Atatürk Müzesi ise gördüğüm en güzel Ata müzelerinden biriydi. Buna şaşmadım; çünkü Atamız bu kenti çok sevmiş, tam dokuz kez ziyaret etmiş! Müze de bu ilgiyi yansıtacak düzeyde. Eski camileri de çok sevdik. 1507'de kalma Ulu Cami, Selçuk etkileri taşıyan sade ama olgun mimarisi, taş işçiliği, içindeki türbeleri ve çifte mihrabıyla son derece ilgi çekiciydi. Yakındaki Ramazanoğulları Konağı da onarılıyor. Eski bir Haçlı dönemi kilisesinden camiye çevrilmiş ve yakın zamanda onarılarak başbakan tarafından açılışı yapılmış olan Yağ Camisi (eski Saint-Jacques Kilisesi) huzur veren hoş bir mekân. Büyük ve küçük saat kuleleri de ilginç yapılar. Eski Adana evleriyse en çok Tepebağ semtinde toplanmış. Burdaki evlerin nefis bir Türk tarzı mimarisi var. Kimileri tamamen restore edilmiş, kimileriyse yıkılmak üzere. Aynı şey semtteki sayısız küçük cami, mescit ve hamam için de söylenebilir. Örneğin ana caddede, onarılıp otel olmak üzere olan güzel evler var. Ama tam da Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi'nin karşısında, zaten sadece cephesi kalmış görkemli bir ev, göçmek üzere. Demek ki yerel yönetimin ve gerekiyorsa Sabancıların daha yapması gereken çok şey var. Kalkınan, zenginleşen Adana, tarihsel kimliğini temsil eden bu yapıları, semtleri tümüyle ayağa kaldırmak ve ziyarete, turizme açmak zorunda. Başka yolu yok.
Bugünkü Tüm Yazıları
Yılmaz Güney gelse bu Adana'yı tanır mıydı?
Yayın tarihi: 20 Haziran 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/20/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.