kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Haziran 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Siyasetin 'konsolidasyon'la imtihanı

Anayasa Mahkemesi kararıyla birlikte Türkiye'de kartlar yeniden karılıyor. Böyle bir kararın ne olduğunu anlamak için şimdi bazı değerlendirmeleri büsbütün öne almak gerekiyor. Yani, bu kararın anlamı nedir, sistem bu kararla birlikte nereye yöneliyor, tarafların pozisyonu ne gösteriyor?

Konsolidasyon ve siyaset
Böyle bir perspektiften değerlendirince şimdi bazı çevrelerde "yargı darbesi" diye nitelendirilen kavramı daha geniş bir açıdan görmek gerekir. "Yargı darbesi" ne kadar doğru bir tabirdir tartışmasını bir yana bırakırsak hakim vaziyetin çok ciddi bir "konsolidasyon" arayışı olduğunu söyleyebiliriz.
Konsolidasyon, kabul edelim ki, siyaset dışı bir durumdur . Nitekim Türkiye'de gerçekleştirilen darbelerin ana meşrulaştırıcı kavramı her zaman konsolidasyon olmuştur. Siyasetin yolundan saptırdığı, rayından çıkardığı düşünülen sistemin yeniden "yoluna sokulması" olarak görülmüştür bu konsolidasyon girişimleri, oldu bitti.
12 Eylül rejimi bu anlayışın en noktasıdır. 1960'tan sonra devam eden sürecin gerçekliğine ve kurucu dinamiklerine hiçbir zaman inanmayan ordu o tarihte sisteme radikal bir biçimde müdahale etmiştir. Radikalizm sadece astığı, işkence ettiği, fişlediği insanlarla değil meydana getirdiği anayasa ile de sabittir. 12 Eylül belli bir anaysa yaparak sistemi ideolojik bir raya oturtmuştur. Ona göre bu rejimi konsolide yani tahkim etmektir.

Yargı ve konsolidasyon
Bugün de tartışma bu eksende cereyan ediyor. Anayasa Mahkemesi birçok anayasa hukukçusuna göre yetkilerini aşmak pahasına yeni bir yönelime giriyor ve anayasayı kendisine odak alarak, ona yeni bir yorum katıyor.
Bugünkü karar bana göre metot bakımından kesinkes 12 Eylül'le mukayese edilebilecek bir konsolidasyon girişimidir. Ve bu nedenle çok daha dikkatli, ayrıntılı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Anayasa Mahkemesi bu noktaya bir "tehlike algılaması" içinde gelmiştir ve elbette iş bu aşamaya ulaştıktan sonra siyaset dinamiklerinin ortadan kalkmasına, kuvvetler ayrılığı ilkesine, yasamayargı ilişkisine ancak bu algının izin verdiği sınırlar içinde yaklaşılmıştır.
Açıkçası hukukta öz-esas kadar önemli olan hatta olmazsa özün teşekkül edemeyeceği "usul" kavramı bu anlayışın içinde erimiştir. Bu defa Anayasa Mahkemesi rejimi konsolide edeceğine inandığı adımı atmıştır.

Yeniden siyaset ama nasıl?
Bugünden sonrasında yapılması gereken en önemli iş siyasete dönmektir. Fakat bunun nasıl yapılacağına dair bir şey söylemek, olanaksız denecek kertede zor bir iş. Sonuç olarak siyaset bu atılımla "keenlemyekun" sayılmıştır. Şimdi siyasetin atacağı adımların yeni süreci nasıl kuracağı meçhuldür.
Bütün siyasi adımlar, Baykal'ın manidar bir biçimde söylediği gibi, "yeni içtihat" esaslarına göre Anayasa Mahkemesi'nin irdelemesine tabi olacaktır. Yani belki hukuk değil ama yargı denetimi bundan sonraki koşulları tayin edecektir. Bir anlamda artık yargı bir üst kurum olarak işleyecektir. Bu, yakın dönem tarihinde daha önce belki ancak 1961-1971 döneminde görülmüş fakat onu da aşan bir oluşumdur.
Hukuk-yargı-siyaset Türkiye'de yeni bir dönemeç almıştır. Lenin, "yeni yapı eski yapının taşlarıyla kurulacak" diyordu. Yeni yapıyı kurması gereken siyasettir. Ama onun eski yapının taşlarını mı kullanacağı, yoksa yeni taş mı yontacağı karşımızda duran dağ gibi bir sorudur.