Şerif Mardin üstadımızın yaptığı
"İmam öğretmeni yendi" açıklaması tartışma ve çalkantı doğurdu. Onun düşüncelerini öteden beri izlemiş birisi olarak ben "heyecan" yaratan görüşlerinin birbirine bağlı iki noktadan kaynaklandığı kanısındayım.
Mardin,
"İmam öğretmeni yendi" diyor. Mardin'in niye böyle bir iddiada bulunduğunu anlamak için ikinci savına bakmak gerekiyor. Orada da
"Kemalizm iyi-doğru-güzel konusunda cevap üretemedi" diyor. Niye sorusuna da
"Belki vakti yoktu" diye cevap veriyor.
Bence özellikle bu Kemalizm sorununun üstünde durmak gerekiyor. Eğer bu noktada bir aydınlanma sağlayabilirsek sanırım ilk iddia da açıklığa kavuşacak. Mardin'in söylediklerini, daha önce yazdıklarıyla birlikte düşününce ben şöyle bir anlam çıkarıyorum:
Kemalizm iyi-doğru-güzel sorunsallarını karşılayacak (etik-politikestetik) bir felsefi sistem veya bir zihniyet üretemedi. Mardin'e göre buna zamanı yetmedi, diğer kısıtlamalar arasında. O şartlar altında da iyi-doğru-güzele kendince cevaplar üretmiş olan geleneksel düşünce tarzı ve dinamikleri yani İslami-tasavvufi yaklaşımlar ortadaki boşluğu doldurdu. Sebep gerçekten bu mudur diye düşündüğümde, böyle bir açıklamanın geçerliliğini sonuna kadar kabul etmekle birlikte başka bir gerekçenin de bu durumu hazırladığı kanısına kapılıyorum.
O da, Kemalizmin laiklik ve dinle olan çok sorunlu ilişkisidir. Laisizmin özü: dinle hesaplaşmak Bence Kemalizm, Batı'da türetilmiş ve Rönesans'tan başlayarak devam eden bir evrimin ve sürecin sonunda elde edilen laisizmi kendisine ait öncüllerle birlikte kavrayıp uygulamadı.
Laisizmin öncülleri eleştirel düşünceye dayanan Aydınlanmacı felsefe geleneğidir. Bu gelenek aklın dinle olan karmaşık ilişkisini sorgular ve yeniden kurar. Daha açık söylemek gerekirse Aydınlanmacı düşünce ve onun dayandığı burjuvazi laisizmi sadece kurumsal bir yapı olarak inşa etmez. Ona daha sonra gelir. Ondan önce dinle düşünsel düzeyde "hesaplaşır." Onun önermelerini dolduracak biçimde ussal önermeler geliştirir. İyigüzeldoğru (elbette antikiteden beri gelen farklı değerlendirmelerin yanı sıra) bu çerçevede Aydınlanma düşünürleri tarafından karşılanan, içleri doldurulan özgül kavramlara dönüşür.
Kemalizmin 'eksik' laikliği Kemalizm bunu yapmadı.
Kemalizm laikliği doğrudan doğruya politikkurumsal bir anlayışla benimsedi. Onu sadece dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması, hatta dinin devlet tarafından kontrol edilmesi olarak gördü. Bunun dışında bir şey yapması çok zordu. Çünkü, dayandığı bir felsefe geleneği yoktu. Benimsediği "radikalizm" açısından bakılırsa her şeyi kendisi bulmak zorundaydı. İkincisi, İslam dininin "yapısalsökümü" (dekonstrükiyonu) gerçekleştirilmemişti. İslam kendi kutsiyet anlayışı içinde kendisinde sonlu bir sistematik olarak devam ediyordu.
İslam'ın mutlakçılığıyla kendi yapmak istedikleri arasındaki çelişkiyi Kemalizm dinden radikal bir kopuşla aşmak çabasına girişti . Kemalizme göre, eğer din gündelik hayatın ve gündelik aklın bir belirleyeni olmazsa sorun çözülebilecekti. O yönde diretti. Oysa çok uzun bir zamana yayılan felsefi bir yaklaşımın olmaması durumunda bu işlemeyecek bir yöntemdi. Nitekim işlemedi.
Batının
"hem dinsel hem laik" insanının oluşturulamamasının altında yatan neden de gene aynı kısıtlamadır. Sonunda da, bırakın dinin ortadan kalkmasını, laik öğretmenle temsil edilen Kemalizm dinin sembolik temsilcisi olan imam karşısında gündelik hayatı anlamakta ve açıklamakta kullanılan kavramlar bakımından geriledi. Din, hayatımızın gene en önemli gerçekliği olma noktasına geri geldi.
Hayatı kuşatan bir düşünce sistematiği olan dinle ancak aynı anlama gelen felsefe başa çıkabilir. Yeni bir düzeni ancak bu yöndeki bir yaklaşım kurabilir. Kemalizm ise düşünceyi kuşatan bir hayat öneriyordu. Yani vakit değil metottu onun sorunu. Düşünmemiz gereken galiba budur.
Yayın tarihi: 2 Haziran 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/02//haber,D546FCB7874B4ADAB1AF3D38CC6A708D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.