Geçmişe dönsem, acaba nasıl bir kaptan olurdum? Kızıl korsan oldum diyelim. Bir gözüm kör, üzerinde meşin bir bant var. Bir elimde çengel... Bir ayağım yok, tahta bir bacak var. Teknemin tepesinde ise kartal amblemli korsan bayrağı... Benim bu kendi kendimi tarifime gülerek, siz de bir espri yapacaksınız şimdi; "Omuzundaki küfürbaz papağanı unuttun mu?" Neyse efendim! Kaptan denildiği zaman, içimi tarifsiz duygular kaplar. Acımasız, zalim... Herkese korku veren bir fotoğraf düşünürüm. Aklıma nereden mi geldi? Yaşanmış bir anıdan... Henüz lise öğrencisiydim, İskenderun'da bizim mahalleden iki delikanlının başına gelenler, gazetelerin birinci sayfalarında herkesi şoke etmişti. Neredeyse 35 yıl önce yaşanmış bu olay için, şimdi anlatınca siz de "Olamaz," diyeceksiniz. Bu iki maceraperest delikanlı, bir gemiye kaçak biner. Kaptan (Galiba Alman'dı) Rodos Adası civarında, gemisinde iki kaçak yolcu olduğunu öğrenir. Öyle öfkelenir ki "Atın bunları denize!" der. Kaptanın dediği yapılır. Denizlerin kanunu budur. Sonrasını merak ediyorsanız, o günkü üzücü duygularla yazıyorum. Kaçak yolculardan genç olanı, denizde kaybolur. Diğeri ve üstelik bir kolu da olmayan genç adam, günlerce yüzer. Sonrasında... Onu bir başka gemi kurtarır. O günü hatırlıyorum da bizim medya, bu olayı günlerce gündeme getirmişti. Alman mahkemeleri de kaptanı yargılamıştı. Galiba mahkeme, kaptanı haklı buldu. Bu satırların yazarı, Atlantik'te, transatlantik batıran gazeteciler tarafından eğitilmiş biridir. Bu şu demek... Diyelim ki bir pazar günü gazetede haber yok. O zaman dokuz sütuna manşet verirsin: "Atlantik'te, transatlantik battı!" O akşam koltuk altlarındaki gazeteleri satan çocuklar, Bab-ı Âli yokuşundan aşağıya doğru koşarken bağırırlardı: "Yazıyor... Yazıyor... Atlantik'te transatlantik battı. Bin kişi boğuldu, bin beş yüz kişi köpek balıklarına yem oldu!" Gazetecilik yaptığımız o yıllarda, ne TV ne de ajanslar vardı. Hangisi doğru, hangisi yalan? Kim bilebilir ki! Elbette gazeteler kapışılırdı. Yaşlı teyzeler, bir köşeye çekilip, ölenlerin ruhuna Fatiha okurdu.
YARDIM EDİN!
Size benim yaşadığım bir olayı anlatayım da biraz gülün. Kaş'ta tatildeyim. Arkadaşımın teknesiyle Kekova'ya doğru uzanmaya niyetliyiz. Bir de baktım, teknenin önünde bir adam yüzüyor. Hem de ayakkabı ve elbiseyle... Söyleyebildiği tek şey: "Help!" Yunan Adaları'na sığınmak için yüzen biri zannettim. Biraz da öfkeyle boğulmakta olan bu adamı tekneye çektim. Anlaşacağım, ama anlaşamıyorum. Çünkü adamcağız Rusça konuşuyor. Başka bir dil bildiği de yok. Uzunca bir el-kol işareti sonunda gerçek anlaşılıyor. Olay şu; Rus izci grubu, Kaş çevresinde yürüyüşe çıkınca yollarını kaybetmiş. İzci lideri de bir kayanın üzerine çıkmış ve gelip giden tekneye el sallayarak yardım istemeye başlamış. Teknedekiler ne bilsinler... Kayanın üzerinde el sallayan bu adamla çocuklara onlar da el sallayıp, selam vermişler. Sonunda izci lideri, kendini denize atmış ve yüzmeye başlamış. İşe bakın ki gelip beni bulmuş. Hikâyenin sonu: Tekne gezisine son verdik. Kayalıkta aç ve susuz kalan çocuklarla tüm suyumuzu ve yiyeceklerimizi paylaştık. Sahil muhafaza botunu yardıma çağırdık. Ertesi gün bu haber
Akşam gazetesinde, birinci sayfadan büyük başlık ve fotoğraflarla duyuruldu: "Çok ünlü bir Türk işadamı, 20 Rus çocuğu ölümden kurtardı!" Eh, yani! O haberi yazan muhabire telefon ettim, "O işadamı benim," dedim. Gazeteci röportaj yapmak için koşarak geldi. Beni görünce öyle şaşırdı ki... Biz gazeteciler işte böyleyiz. Bazen biz de haber oluruz.
KOORDİNATLAR DOĞRU
Hadi, yaşanmış, güzel bir olayla bitirelim... Datça'yı bilirsiniz, Mesudiye Köyü'nde Hayıt Bükü vardır. 1972 yılında bir aile burada lokanta açar. Kızları Semra, Hacettepe Üniversitesi'ni bitirir ve öğretmen olur. Ama öğretmenlik yerine, büyük gemilerde aşçılık yaparak dünyayı gezer. Bir Fransız'la tanışır ve Fransa'ya yerleşir. Yazları ise Hayıt Bükü'ne gelip, ailesine yardım eder. Buraya kadar, "Ne var bunda canım?" diyorsunuz ya... Devam ediyorum. Geçenlerde Semra, bir de ne görsün... Koyda binlerce yolcu taşıyan bir transatlantik... Neredeyse o kocaman geminin burnu, lokantadan içeri girmek üzere... Semra ne yapsın, bir zamanlar çalıştığı ve aşçılık yaptığı geminin kaptanını buyur eder. Lokantada müşteriler şaşkın... Gemideki yolcular da öyle... O koca geminin kaptanı, bu koydaki o küçük lokantayı nasıl bulduğunu soranlara, "Çok basit," der ve anlatır; "Semra'nın hediye ettiği tişörtte, bu küçük lokantanın koordinatları vardı. Ben de gemimle Datça açıklarına gelince, o koordinatlara baktım. Onlar da beni bu harika koya ve Semra'nın küçük lokantasına getirdi." Hoş değil mi?
MESAJ: Denizcilikle ilgili yeni yasalar çıktı. Cezalar öyle ağır ki... Denizi kirletenler yandı. Hele can güvenliğini dikkate almayanlar, tamamen yandı. Artık denize yiyecek atmak ve hatta balıkları bile beslemek yasak. Hadi güleceğiniz, ama yaşanmış bir olay: Kaş'ta bir balıkçı kayığının can kurtaran simidindeki bir harf silinmiş, düşmüş. Balıkçı reisine ve tekne sahibine 5 bin YTL ceza yazılmış. Yani 2-3 bin YTL'lik kayığa, 10 bin YTL ceza. Denizi kirletene de tam tamına 72 bin YTL. Denizciler isyanda. Bu konuda resmi belgelerle yazı ise gelecek haftaya...
Yayın tarihi: 4 Mayıs 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/04/pz/haber,94B4444191C444D5990D7E9720397CE9.html
Tüm hakları saklıdır.