Barroso'nun ortaya attığı '
demokratik laiklik' kavramı Türkiye'de yeni bir tartışmanın nedeni oldu. Fakat biz kavramın kendisini değil onu kullananı ve başında olduğu kurumu tartışıyoruz. O nedenle de söyleneni layık olduğu şekilde irdelemiyoruz.
Oysa 'demokratik laiklik' kavramı hem doğru hem de önemlidir. Bunu ilk kez söyleyen de Barroso değildir. Bu kavram Türkiye'de daha önce çok tartışılmıştır. Kaldı ki, 1990'lardan beri Türkiye'de laiklik sürekli olarak tartışma gündeminde tutulmuş o arada bu ve benzeri kavramlar da dile getirilmiştir. (Buna rağmen hâlâ laiklik konusunda Türkçede analitik bir tek kitabın yazılmamasını ve yayınlanmamasını şaşkınlıkla karşılamaktan ziyade bu durumun bizim düşünce yapı ve geleneğimizle olan ilişkisini kurmak çok daha anlamlı olacaktır.) Şimdi yeniden ele alalım bu kavramı.
Batının laikliği Batıda laiklik öncelikle sınıfsal bir olgu niteliğiyle ortaya çıktı. Burjuvazi aristokrasinin kiliseyle ilişkisini kırmak istiyordu. O nedenle de dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını istedi ve bunu başardı. Öylelikle de aristokrasinin elinden siyasi gücünü aldı. Fakat iş bu kadarla sınırlı değil. Bunun öncesi var ve o daha da önemli.
Batıda felsefi bir gerçeklik olarak laikliğin ortaya çıkışı
Luther protestantizminin başlamasıyladır ve bu hareket özünde ruhban sınıfının egemenliğini kırmaya dönüktü. Bu gerçekleştikten sonra yukarıda değindiğim sistemin kurulması
1789 Fransız Devrimi'yle kendisini göstermiştir. O nedenle de Batı'da dinle devlet işleri birbirinden ayrılmakla kalmamış burjuva demokrasisi içinde bu durum süreklilik de kazanmıştır.
Şu bizim laiklik Batı'daki gibi bir ruhban sınıfının olmaması bizde laikliğin öncelikle bir kurumsalsiyasal yapı olarak değil felsefi anlayış olarak doğmasına yol açmıştır denebilir. Siyaset daha sonra ortaya çıkmıştır.
Bu açıdan bakılırsa Türkiye'deki laiklik meselesi 1923 Cumhuriyet devriminin bir tamamlayıcısıdır. Çünkü mesele egemenliktir. Cumhuriyet egemenliği bir yandan millete vermiş bir yandan da laiklikle onu dünyevileştirmiştir. Yani egemenlik göksel bir kuvvetin ve kuvvetini o göksellikten alanların elinde değildir. Ne var ki, işler bu noktadan sonra karışır. Çünkü, biraz Fransız modelinin yanlış (daha doğrusu oportünist) kullanımıyla daha çok da bizde devletin her şeye müdahil olmak istemesiyle laiklik, devletin dini kontrolü olarak ortaya çıkmıştır. Bu konu yıllardır yazılıyor. Belli bir grup da bu yaklaşımı kendilerince elbette haklı olarak benimsiyor. Ama bir grup da benimsemiyor.
Bana göre de bu model anlamsızdır. Çünkü hem laikliğin gerçek tanımına ters düşmektedir; yani devletin de gerçek bir laiklikte yurttaşın dini inancına karışmayacağı ilkesini çiğnemektedir hem de
negatif laiklik anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Oysa önemli olan
pozitif laikliktir. Batıdaki laiklik anlayışı budur, pozitif laikliktir.
Her şeyin başı devlet Türkiye sistem olarak bu modeli benimsemiyor. Hâlâ bir 19. yüzyıl düşünce geleneği olan pozitivizmin etkisi altında
devletin dini olarak benimsiyor laikliği. Böyle olunca da mesela Anayasa'nın 24. maddesi her ne kadar insanlar dini inançlarını açıklamaya zorlanamaz dese de nüfus cüzdanlarında din haneleri yer alıyor. Zorunlu din dersleri AİHM'den dönse bile uygulanıyor ve uygulamadan vazgeçilmek istenmiyor. Hâlâ, Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumu olarak belli bir din ve mezhebin egemenliğini pekiştiriyor. Hâlâ Alevilerin hakları tanınmıyor. Böyle olunca da, belli bir laiklik anlayışını doğrudan doğruya devlet çiğniyor.
Demokratik laiklik işte bu sakıncaların ortadan kaldırılmasıdır. Örneği olmaya çalıştığımız Batı bu noktaya gelmiştir. Bizim içinse zamanı geldi de geçti bile!
Yayın tarihi: 14 Nisan 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/14//haber,63E4F34B791A46829AD76B9DCC8D3EF8.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.