Anayasa Mahkemesi'nin Yargıtay Başsavcısı tarafından açılan davayı kabul etmesi bir ülkenin tarihinde öyle kolaylıkla geçiştirilebilecek bir şey değil. AKP'ye karşı olalım, yandaş olalım bir seçimde yüzde 47 oy almış, 16.5 milyon insan tarafından desteklenmiş, parlamentoda şunca sandalyeye sahip bir iktidar partisi seçimlerden sekiz ay sonra kaptılma talebiyle Anayasa Mahkemesi'nin önündeyse orada durmak gerek. Bir ülkede yargı ve hukuk varsa bu durumun 'objektif' kriterlerini de gerçeğini de kabul etmek zorundayız. Ama ne yapalım ki, her şey o kadar değil ve her şey o noktada bitmiyor.
İzahsız yakın dönem tarihi Bitmiyor çünkü şöyle düşünelim...
Tam bir yıl önce Nisan ayında Türkiye'de bir 'çatışma' başladı. Şu ya da bu sebepten ötürü önce Genelkurmay Başkanı'ndan bir açıklama geldi. Ardından bir emuhtıra yayınlandı. Sonra Anayasa Mahkemesi 367 garabetini ortaya çıkardı. Onu erken seçim kararı izledi. Temmuzda seçimler yapıldı. Siyasi (dedikodu) literatürümüzde
Dolmabahçe Protokolü denilen oluşum yaşandı.
Ardından Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu. AKP, anayasa değişikliği sürecini başlattı ve ne yazık ki, Türkiye'de 7'den 70'e herkesin üzerinde uzlaştığı 1982 Anayasası'nın değiştirilmesi gereksinimi çok anlamsız, çok saçma maddeler ve ısrarlar nedeniyle kilitlendi. Sonra Başbakan, İspanya'da olmayacak bir söz etti. Onun ardından türban yasağını kaldırmak için anayasa maddeleri değiştirildi. Derken malum dava süreci başladı. Orada da kriz var: mesela, Cumhurbaşkanı oy çokluğuyla, tartışmalı bir biçimde davaya dahil ediliyor.
İzahlı yakın dönem tarihi Şimdi tekrar düşünelim.
Şu saydığım, herkesin hatırladığı, Türkiye'nin etinde kemiğinde duyarak yaşadığı olayların bırakın tamamını herhangi birisi herhangi bir gelişmiş ülkede yaşanabilir mi? Bu sorunun kesin bir yanıtı var: Hayır! Hiç kimse başka bir yanıt aramaya çalışmasın. Olsaydı, bilirdik! Olamaz da. Gelişmişlik demokrasi demektir. Demokrasiye dayanmayan 'gelişmiş' ülke yok bugün dünyada ve şu olayların hiçbirisi bir gelişmiş ülke tarihinde yaşanmamıştır.
Böyle bir süreç yaşanıyorsa ortada demokrasi de yoktur gelişmişlik de! Buradan hareketle malum ve herkesin kanıksadığı kuramsal açıklamaları yinelemekte yarar yok. Türkiye'de devletle siyaset sürekli çatışma halindedir desek bu, Türkiye'nin son bir yıldaki çalkantasını açıklar ama bu izah yaşadıklarımızın Türkiye'deki gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Siyaseti boşaltmak Buna rağmen bilmek ve tekrarlamak gerekiyor:
Türkiye'de bugün bir savaş var. Bugünkü iktidarla girişilmiş bir mücadele bu. Siyaseti kapsadığından daha fazla siyaset dışı odakları içeriyor. Bütün bu yaşananları nötr bir tavırla ele almak, siyasetin bu işler üstündeki etkisini görmezden gelmek insanın kör ve sağır olması demektir.
Bu sadece bugün için geçerli değil. Bugün AKP'nin karşısına çok önemli bir iddia çıkarılıyor:
Laiklik dışı tavır, tutum. Gerçekten ağır bir itham; peki, ama, 1971'de
Süleyman Demirel hükümetini deviren
12 Mart muhtırası sahiplerinin de iddiaları vardı. Çok mu doğruydular? Bugün geriye bakınca insan gülüyor ve acıyor.
Denecektir ki, o askeri darbeydi bu yargılama süreci. Ben söyleyeceğimi söyledim!
Bugünkü mücadele çok önemli bir nedene dayanıyor:
Türkiye'de siyaset dışı çevrelerle siyaset çatışıyor; her zaman çatıştı, bundan sonra da çatışacak .
Bu yapısal bir sorun ve bunu aşacak her türlü adımın atılması, değişikliğin yapılması bana göre şarttır.
Bazı yüksek bilginlerimizin öne sürdüğü gibi siyaset boşluğu, parti eksikliği değildir bugünkü sorunu yaratan. Siyasetin içinin boşaltılmasıdır. O zevatın başka partiler olsun dediği şey kendi meşreplerine uygun bir partidir ve onun iktidarıdır. Yani, bu laf bugünkü mücadelenin siyasal bir dille ifadesinden başka bir şey değildir. Bunu bilir, bunu söylerim!
Yayın tarihi: 2 Nisan 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/02//haber,03227E9B6BE148B88F44CC8903AB195F.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.