Bodrum'a her gidişimde Güllük'te durur, denizin uzantısıyla tuz gölüne dönüşen bu bataklığı cennete çeviren flamingoları izlerdim. O ince ve uzun bacakları ve de uzun gagalarıyla avlanırlardı. Ama kadınsı bir zarafet içinde... Çünkü o harika renkli tüylerin içinden uzanan o ince ve uzun boyunlarıyla bana hep balerinleri hatırlatırlardı. Ama o güzelim flamingolar artık Güllük'te yoklar. Gittiler... Dönmeyecekler... Çünkü biraz ileride Güllük Koyu'nun kenarındaki çamlar kesiliyor, deniz dolduruluyor ve golf sahası için alanlar açılıyor. Öte yanda Bodrum'un ruhuna ihanet eden beton yığını oteller yapılıyor. Yıllar önce Antalya'da Golf alanları için 30 bin ağaç kesildiğini yazınca, bana ne dediler biliyor musunuz; "Avrupalılar burada golf oynayacak, Türkiye de döviz kazanacak." Peki o kesilen ağaçlarda yaşayan kuşlar ne olacak? Hiç düşünen var mı? Hani şu İstanbul'u susuzluktan kurtaran bir proje hayata geçti ya... Bolu'dan İstanbul'a uzanan o su tünelleri yapılırken, yuvaları yıkılan kuşların, kurtların kaçıştığından haberiniz var mı? Şunu düşünürüm hep; ormanlarda bir ağaçtan bir dal kopsa, bir kuş yuvasız kalır. Yuvasız kuşlar da beni hep hüzünlendirir. Hele orman yangınları... Yuvada yavrularıyla birbirlerine sarılıp ölmek nasıl bir duygu acaba? Aslında ormanlar yok oldukça doğanın dengesini alt üst ettiğimizi de iyi biliriz. Yağmur yağmaz, oksijen yok olur. "Bir yudum nefes!" diye bağırırız! İnsanların özgürlüğü için onca laf ederiz de hiç hayvanlar için özgürlük düşünür müyüz? Mesela, Bodrum'u terk eden bir flamingo ailesi, "Bana özgürlüğümü geri verin," dese, ne deriz?
KÜPE ÖZGÜRLÜK SİMGESİ
Bakın size ne anlatacağım... Tunceli'den çıkıp bir lokma için Bodrum'a gelmiş bir genç yolumu çevirdi. O güzelim doğu şivesiyle "Siz bana özgürlüğümü verdiniz," dedi. "O nasıl şey öyle?" dedim. Mahcup ama o kadar da içten bir duyguyla anlattı: "Sizi televizyonda izledim. Kulağınıza taktığınız küpeyle özgürlüğü öyle güzel anlattınız ki... Gümbet'ten Bodrum'a geldim, kulağıma küpe taktırdım. Biz Tuncelili'yiz ya... Eve geldim, babamda surat beş karış. Anam şaşkın. Kardeşlerim ise öfkeyle 'Bu kulağındaki ne?' diye sordu. Ben de "Bu küpenin adı özgürlük... Bana artık karışmayacaksınız. Ben bile artık kendi kendime hesap vermem, kendime karışamam. Çünkü ben artık özgürüm!" Konu özgürlük ya... Size bir sır vereyim. Geçen yaz, tekne komşum, '68 gençliğinin devrimci ruhu Mümtaz Soysal Hoca, buz gibi bir Coca-Cola açtı, içti. Sonra bana "İster misin?" dedi. "Hayır hocam," dedim, "Senin o konuşmalarınla biz 'Amerika'ya hayır!' demek için sokaklara döküldük, Cola-Cola arabalarını devirdik." Mümtaz Hoca, "Vatan elden gitti, kola kaldı," dedi. Bu nereden mi aklıma geldi? Amerikan Hastanesi'ndeyim. Üst katta büyük usta İlhan Selçuk, alt katta ben tedavi oluyorum. Amerika'nın kolasını bile içmeyi devrime ihanet sayan bizler, bakın ne hallere düştük: Kendi vatanımızda, yuvasız kuşlar gibi olduk. Yoksa bizler de flamingolara mı döndük!.. MESAJ: "İnsanın normal ömrü 150 yıl. Ama modern teknoloji, insan ömrünü yarıya indirdi," diye yazdım ya... Öyle çok soru aldım ki. Okur diyor ki, "Hangi yiyecekler zararlı? Bunları da yazsanıza," diyor. Bunları yazmaya cesaretim var da bilgim yeterli değil. Ama şunu bir yerlere not edin; Prof. Dr. Erkan Topuz, Çapa Tıp Fakültesi'nin Onkoloji Bölüm Başkanı. Yani kanserle mücadele eden tıp adamlarının lideri. Bana ne dedi biliyor musunuz? Bir bilim adamı olarak iki (devletin verdiği) koruma ile dolaşıyormuş. Koskoca bir bilim adamı neden öldürülsün ki? Şundan efendim: İnsanları uzun yaşatmak için doğruları söylediği için... Söyledikleri de öyle korkutucu bir şey değil. Sadece diyor ki; "Çocuklarınıza cola içirmeyin, donmuş yiyecek yedirmeyin, konservelerinizi mutlaka cam kavanozlarda alın." "Bunda ne var demeyin?" Hocanın dediklerini yaparsanız kimler büyük paralar kazanamaz? Bir düşünün!
Yayın tarihi: 6 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/06/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.