kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Mart 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Huzuru korumak için ayıpları görmezden gelmek de bir yoldur...

Ömer Seyfettin'in "Yüksek Ökçeler "ini okumayan var mıdır?
Unutanlara özetleyerek hatırlatayım. Göztepe'deki köşkünde hizmetçisi Eleni, evlatlığı Gülter ve aşçısı Mehmet'ten oluşan küçük dünyasında yaşayan zengin dul Hatice Hanım, boyu kısa olduğu için bir karışa yakın topuklu (ökçeli) ayakkabılar giyerdi. Bu yüksek ökçelerle merdivenleri takır takır bir hamlede iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı koşar dururdu
Hatice Hanım, köşkten hiçbir yere çıkmadığı için sürekli odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa iner, adamlarını denetlerdi.
Onlara sürekli aynı öğüdü verirdi:
- Benim gibi olun! Ben kimse ile görüşüyor muyum? Sakın siz de komşuların hizmetçileriyle, uşaklarıyla konuşmayın. El, insanı azdırır!
Hatice Hanım bir gün rahatsızlandı. Dizleri, baldırları ağrıyor, başı durup dururken dönüyordu. Çağırtılan doktor ona ilaç falan vermedi,
- Bütün rahatsızlığınıza sebep bu ökçelerdir hanımefendi, onları çıkarın. Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin. Hiçbir şeyiniz kalmaz, dedi.

Huzurun sonu...
Hatice Hanım, doktorun önerdiği yumuşak yünden terliklerden aldırdı. Hakikaten rahatladı. İki gün içinde başının dönmesi filan geçti. Dizlerinde, baldırlarında sızı kalmadı.
Ancak Hatice Hanım yumuşak yünden terliği giymeye başlayınca, dokuz yıldır yanında çalışan adamlarının ahlakı bir anda bozuldu. Eleni'yi kendi diş fırçasıyla dişini fırçalarken, Gülter'i kilerde reçel kavanozunu boşaltırken görmüştü. Mehmet'i et günü olmadığı halde bir sahan külbastıyı yerken yakaladı.
Ertesi gün biraz geç kalktı. Aşağıya indi. Gülter'le Eleni meydanda yoktu. Yürüdü, mutfağa doğru gitti. Gözleri aralık kapıya ilişince, az daha nefesi duracaktı. Mehmet, ocağın başındaki kısa iskemleye çökmüş, bir dizine Eleni'yi, bir dizine Gülter'i oturtmuş, kalın kollarını ikisinin bellerine halattan bir kemer gibi sarmıştı. Hatice Hanım, bu rezaleti görmemek için gözlerini kapadı. Ama kulakları açık olduğu için Gülter'in söylediklerini duyuyordu.
- Ah o terlikler! dedi, her işimizi bozdu. Hanımın geldiği hiç duyulmuyor. Ne yapsak yakalanıyoruz. Eskiden ne iyiydi. Yüksek ökçelerin takırtısından evin en üst katında kımıldadığını duyardık, diyordu Gülter.
Hatice Hanım sonunda dokuz senelik sadık hizmetçilerini kapı dışarı etti.

Hatice Hanım'ın çözümü
Bu Ömer Seyfettin hikâyesinin sonunu hatırlayabildiniz mi?
Bunu da hatırlatayım:
Hatice Hanım aşçı, işçi, eve ne kadar adam aldıysa, hepsi arsız, hırsız, yüzsüz, namussuz çıkıyordu. Tam iki sene bu eziyeti çekti.. Malı mülkü varken, hiçbir sıkıntısı yokken, bu hizmetçi üzüntüsünden zayıflıyor, sararıp soluyordu. Baktı olmayacak! Yine yüksek topuklu ayakkabılarını (yüksek ökçeli iskarpinlerini) giydi. Hizmetçilerinin hırsızlıklarını, uğursuzluklarını, namussuzluklarını göremez oldu. Benzine kan geldi. Gerçi yine, başı dönmeye, baldırları sızlamaya başlamıştı. Fakat sesi işitilmeyen ökçesiz terlik giydireceğini düşünerek doktora kendini göstermiyordu.
- Hiç olmazsa şimdi yüreğim rahat ya, diyordu Hatice Hanım.

Cevap aranıyor
KISSADAN HİSSE Bazı toplumlar da Hatice Hanım'a benzer.
İçinde bulundukları ortamın ayıplarını görüp bunlarla yüzleşmek yerine, bunları görmezden geldikleri zaman ayıpların da var olmadığını kabul ederler.
Toplumların yumuşak terliği demokrasidir, şeffaflıktır, hukukun üstünlüğüdür, çoğulculuktur.
Ama bunlar ayıpları yapanların huzurunu kaçırabilir.
Bazı toplumlarda bu ayıpları yapanlar "uzlaşalım ve her şey eskisi gibi devam etsin, huzurumuz kaçmasın" diyebilirler.
Hatta bazı ayıplılar, huzursuzluğun sebebi olarak halkı ve demokrasiyi de gösterebilir.
Cevabı aranan soru bu durumda şudur:
- Acaba huzur ortamı içinde ayıplı yaşamak mı, yoksa ayıpları yok etmek için bir süre huzursuz yaşamayı göze almak daha doğru olanıdır?