Cumhuriyet Türkiyesi'nin en büyük korkularından biri şeriat hukukudur.
Müslüman ülkelerde yapılan son kamuoyu yoklamaları da Mısırlıların yüzde 66'sının, Pakistanlıların yüzde 60'ının ve Ürdünlülerin yüzde 54'ünün tek hukuk kaynağı olarak şariatla yönetilmek istendiğini ortaya koyuyor.
Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden
Noah Feldman'ın hafta sonu New York Times dergisinde
"Batı'da korku, ama şeriat gerçekte nedir?" başlıklı bir makalesi yer aldı.
"İslam Devletinin Yükseliş ve Çöküşü" isimli bir kitabı da yakında piyasaya çıkacak olan Feldman, özetle şöyle diyor:
"Hz. Muhammed'in yaşamı sırasında Kur'an'da yer almayan yasal konularda bir sorun çıkınca inananlar sorunun çözümü için O'na başvururdu, çünkü Kur'anı Kerim'de mirasa ilişkin bazı hükümler olmasına rağmen kutsal kitap, bir yasa kitabı değildi. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra bu rolü halifeler üstlendi.
Halifeler için en önemli kaynak, Hz. Muhammed'in sözleri ve eylemleriydi. Ancak sonradan çıkan kimi problemler için hadislere başvurmak yeterli olmadığından, ortaya benzetme yoluyla yorum yapan uzmanlar ve toplumsal uzlaşma metodu gelişti.
Böylece halifeler sayıları gitgide artan bir grup uzman yorumcuyla karşı karşıya kaldı. Halife ile Allah'ın kanununu yorumlayan ulema arasında bir işbölümü gelişti.
Halifeler, daha doğrusu bu makamı dolduran sultanların hala büyük gücü vardı. Dış politikayı yönetiyor, İslami kurallara aykırı olmayan kanunlar yayınlıyorlardı. Ancak varolduğu biçimiyle İslami hukuk bir çıkış alanı sağlıyordu.
Şeriatın modern savunucuları aslında modern anayasa benzeri bir sistemi savunuyorlar. Onların amacı, ölüm cezası veya kadına zorla peçe taktırmak değil. Eski haliyle şeriat, geleneksel olarak yönetilen bir toplum için hukukun üstünlüğü anlamına geliyordu.
Bu haliyle yönetimler, meşru hale geliyordu, çünkü ulemayla güç paylaşımına gitmek zorundaydı. Ulema, hukuku denetim altında tutarak, hükümdarın egemenliğini sınırlandırabiliyordu.
Ancak 19. yüzyıl Osmanlı reformları bu sistemi değiştirdi.Ulemanın yasa üzerindeki yetkisi, dolayısıyla hükümdarı kısıtlayan gücü ortadan kalktı. Ulemanın kısıtlayıcı gücü ortadan kalkınca sultan 2. Abdülhamid, mutlak bir iktidara sahip oldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle birlikte de, İslam dünyasında yasa, hükümdarı kısıtlayan bir kaynak olmaktan çıktı ve onun bir aleti haline geldi. Bu çabanın başarılı olma şansı elbette şüpheli.
Buna rağmen İslamcıların hukukun üstünlüğüne ilişkin eski fikirleri yenileyerek çağdaş dünyaya uyarlama çabaları cesur ve asil bir girişim. Belki kimi Müslüman ülkelerde daha meşru yönetimlerin ortaya çıkmasına yardımcı olabilir." Kabaca özetlemeye çalıştığım bu makale, elbette çağdaş hukuk sistemini benimsemiş, mirastan eşitliğe kadar birçok alanda kadına haklar sağlamış, güçler ayrımını benimsemiş modern Türkiye için geçerli değil.
Ancak, Müslüman coğrafyayı anlamamıza yardımcı olabilir.
Yayın tarihi: 19 Mart 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/19//haber,6A1508A74CA9455B9DBF969E746EE177.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.