Ağaçlara bakarken ormanı görmemek, Türkiye'deki siyasetçilerin de, siyaseti şekillendirebileceklerini zanneden toplum mühendislerinin de, siyasi yorumcuların da genel eksiğidir.
Bunu AK Parti'nin kapatılma davasına ilişkin yorumlarda da görüyoruz.
Burada kapatılması istenilen partinin AK Parti olması önemli değil. Çok yakın zamanda ikinci kez ve üstelik daha büyük çoğunlukla seçim kazanmış bir partinin kapatılmak istenilmesi önemli.
Diyelim ki AK Parti'ye oy verenler veya bu partiden çıkar sağlayan
"yalakalar" Yargıtay Başsavcısı'nı ve
"iddianame "yi eleştiriyor.
Peki ABD'den İngiltere'ye, İspanya'dan Almanya'ya uzanan ülkelerin sözcüleri neden kapatma davasına tepki gösteriyor? Avrupa Birliği organlarının temsilcileri en sert ifadelerle neden Türkiye'de demokrasinin korunması gerektiğinin altını çiziyorlar?
Alfabe eğitimi Neden
"Siyaset parlamentoda yapılır, seçimle gelen seçimle gider" diye demokrasinin alfabesindeki bilgiler, Türkiye ile ilgili açıklamalarda seslendiriliyor?
Biz Türkler olarak AK Parti'ye oy vermemiş ve hatta bu partiden nefret eden bireyler ve kesimleri de oluşturabiliriz.
Neticede bu bizim hayatımız. 1950-60 arasında CHP'liler ve DP'liler mezarlıklarını bile ayırmazlar mıydı? Süleyman Demirel 1960'larda ya
"Morrison Süleyman" ya da
"Kanunsuz Süleyman" sıfatlarını taşıyarak Başbakanlık yapmamış mıydı? Bülent Ecevit için
"Gizli komünist" denildiğini hiç duymamış mıydık?
"Çankaya'nın Şişmanı" Turgut Özal için
"O'nu sindiremiyorum" diye açıklama yapan kamu görevlileri yok muydu?
Dünkü Referans'ta Eyüp Can şu tabloyu aktarmıştı:
Kadeh kaldıranlar - Boğaz'ın en ünlü balık lokantalarından biri. Hava henüz kararmakta. Mekân kalabalık, mezeler hazır, kadehler dolu. Girişe yakın masadan biri coşkuyla bağırmakta:
"Az önce televizyondan çok güzel bir haber aldık. Yargıtay Başsavcısı sonunda AKP'ye kapatma davası açmış. Hepinizi bu güzel haberin şerefine kadeh kaldırmaya davet ediyorum." Birkaç istisna dışında tüm kadehler havada... Şerefe! Cuma akşamı bu olayı bizzat yaşayan sanatçı bir dostum anlattı.
"Çok kötü oldum" dedi.
"Bir yanım o coşkuyu paylaşmak istedi, diğer yanım 'bir saniye arkadaşlar parti kapatmanın şerefine kadeh mi kaldırılır' diye isyan etmek." Elinde kadeh kalakalmış!
Peki ama her ulusal sorunu aynı zamanda birer uluslar arası sorun oluşturan bir ülkenin kendilerini
"aydın" olarak niteleyen kesimleri, nasıl olur da böylesine içe dönük yaşar ve iç kamplaşmaların dürtüsü ile vücut salgılarının doğrultusunda davranıyor olabilirler?
Ilımlı İslam "Siyasal İslam" ın El Kaide'ye, Hamas'a, Hizbullah'a veya Humeyniciliğe dönüşebildiği bir coğrafyada, ülkenin muhafazakâr ve mukaddesatçı oylarını
"AB üyeliği "ne,
"demokrasi ve laikliğe " angaje eden Muhafazakâr Demokrat bir kitle partisinin
"Ilımlı İslam "ı simgelediği için kapatılmak istenilmesi nasıl alkışlanılabilir? Ve aslında şeriatla yönetilen İslam ülkeleri değerlendirildiği zaman,
"Laik Türkiye" zaten
"Ilımlı İslam "ı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığı da
"Dünyevi İslam "ı simgelemiyor mu?
Dünya konjonktürüne yön verenler, bu gerçeği görüyor.
Muhafazakâr kitlelerin demokrasi dışına itildikleri zaman mesela Cezayir'de ne gibi felaketler olduğunu bütün dünya gözlemledi. CIA ve İran Şah'ı muhafazakâr demokrat Musaddık'ı devirmeseler ve demokrasi devam etseydi, bugün İran böyle olur muydu?
Evet... Bu gerçekleri Olli Rehn görüyor ama bizim militan demokratlarımız göremiyor. Görebilselerdi zaten
"Neden iktidara alternatif bir parti yok" diye ağlaşmazdık.
Yayın tarihi: 19 Mart 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/19//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.