Bir ülkede hukuk, siyaset, demokrasi nasıl iç içe geçer ve bunların bir sonu olur mu diye soruyorsanız Türkiye'de yaşananları söz konusu ederek tartışalım.
Birincisi, evet, Yargıtay Başsavcısı'nın bugünkü mevzuat içinde dava açma yetkisi elbette vardır ve hukuki normlar açısından bugünkü kapatma istemli dava meşrudur. Fakat parti kapatma davaları daima politiktir. Dolayısıyla her defasında tarihe intikal eder ve tartışma konusu olur. Biri bizden biri dışarıdan iki örnek vereyim.
Demokrat Parti (DP) yargılandı ve (teknik bir nedenden ötürü de olsa) kapatıldı. Önde gelenleri idam edildi. Diğerleri politikadan men edildi.
Bu 'dava' ortada mahkeme kararları olmasına rağmen 'bitti' mi? Hala devam etmiyor mu? O partinin devamı olduğunu söyleyen partiler yıllarca DP'yi savunmadı mı? DP'lilerden herhangi birisi kendisine yönelik suçlamayı değil kabul etmek, kabule yanaştı mı?
Denecektir ki, bir askeri darbe sonrasında kurulan olağanüstü bir mahkemeyle bugünkü koşullar mukayese mi ediliyor. Evet, öyle. Çünkü, buradaki mesele, tekrar edelim, hukuki açıdan meşruiyet ve mevzuata uygunluk değildir. İçerdiği politik boyuttur. Şunu da anımsatalım: mahkemelerin verdiği karar doğruydu, meşruydu, vs. Peki, nasıl oldu da asılan bir başbakanın adı sonradan caddelere, meydanlara, havaalanlarına verildi?
İkinci örnek de buna benziyor.
Fransız Devrimi tarihin insanlığa sıçrama yaptırmış en önemli hamlelerinden birisidir. O devrim bir kaç yıl içinde kralın kafasını kesti. Aynı kraldan, Fransız devleti iki yüz yıl sonra özür dilemedi mi?
Diyeceğimiz, siyasi davaların tartışması siyasi olacaktır . Bu, mahkeme ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın böyledir.
Şimdi buna bakıp da bazı 'baş köşe' yazarlarının 'mağdurlar mağrur oldu' demesi sadece bütün bu kavramlardan hiçbir şey anlamadığını gösterir. Siyasetin sonu nasıl gelir? İki, mevcut oluşum her ne kadar meşru bir zemine oturmuş, mevzuat içinde cereyan ediyorsa da
siyasetin sonu demektir. Bu aşamada '
demokrasinin sonu' demek yanlış.
Demokrasi kendisini yeniden üretme kapasitesine sahiptir. Fakat bu çok önemli bir koşula bağlıdır: siyasetin olmadığı bir zeminde demokrasi olmaz! Demokrasinin ilk koşulu karşılıklı kuvvetlerin bir arada bulunup 'güreşmesidir'. (Antik Yunan'da buna '
agonizma' (güreşme) deniyordu.)
Ortaya yargının hakimiyeti çıktığında siyaset sona erer. En azından siyasal süreç kesintiye uğrar. Bugün Türkiye'de bu yaşanıyor.
Şu anda, belli konu ve kavramları siyasal olarak yorumlama kabiliyetine ve kapasitesine sahip değiliz. Çünkü, diyelim laiklik veya bölücülük ya da başka bir şey, onların tamamı için yargının 'tefhimi' (yorumunu) bekliyoruz. Siyaseti ve siyasal tavrı yargıya denetlettiriyoruz. Bu üstelik bir 'danışmanlık' da değil. Bir nihai yargılama kararı. Sonunda çıkacaksa ortaya 'suçlular' çıkacak. Hiç olmamış bir şey değildir. Siyaset teorisine aykırı da değildir. Fakat işin içine suçsuçlu girince durum diyelim Amerika'da Anayasa Mahkemesi'nin belli bir konuda verdiği yorum kararının üstünde, ötesinde ve dışındadır. Mesele budur!
Demokrasinin sonu ve siyaset Üçüncü olarak siyasetin sonundan demokrasinin sonu meselesine gelelim. Pazartesi günü de belirttiğimiz gibi iki parti yargının önüne kapatılma talebiyle götürüldü:
DTP ve AKP. Vahim olanı bu durumun karşısında
MHP'nin 'AKP'nin kapatılmasına karşıyım DTP'nin kapatılmasına karşı değilim' demesidir. Veya, AKP'nin bugüne kadar DTP'nin kapatılması yönünde devam eden sürece sessiz kalmasıydı. İşte bu siyasetin sonundan daha vahim olarak demokrasinin sonunu işaret eden bir durumdur. Demokratik boşluğun siyasetçi eliyle yaratılması, demokrasinin bizzat siyasetçi tarafından yaralanmasından daha vahimi olamaz. O vakit, doğan boşluk yargıyla, parti kapatmayla ve apolitik bir politikayla doldurulur.
En fecisi de budur!
Yayın tarihi: 19 Mart 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/19//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.