İnsanların kendi sesleriyle, coşkularıyla efsunlanarak
aklı bir yana bırakıp hareket etmesi sağlıklı bir durum değil. Tehlikeli de olabilir. Toplumların kendilerini coşkularının, heyecanlarının ve seslerinin büyüsüne kaptırıp efsunlanmaları ve buna göre davranmaları ise kesinlikle
tehlikelidir. Kendileri için de etraflarındakiler için de.
Türkiye'yi sarsan ve derin bir kedere yol açan PKK saldırılarının ardından bu tehlikeli duruma çeşitli şekillerde yaklaşılıyor. Topluma yön gösterecek, bilgi ve birikimlerini aklın yolunu açmak için kullanması gerekenlerin bir kısmı gidişe çanak tutuyor. Aklın sesinin hiç duyulmayacağı yerlere doğru, tüm
duygusal düğmelere basarak kitleyi şiddetin şehvetine sürüklüyorlar.
Bu sorumsuzluk yalnızca sınır ötesi operasyonu her koşulda ve hemen yaptırma arzusunda ortaya çıkmıyor. Türkiye'deki
insanları kökenlerine göre birbirine düşürecek dinamiği harekete geçiriyorlar. Onun felaket yolu olduğunu, gök kubbeyi herkesin başına yıkacağını sanki görmüyorlar.
Plansız hareket edilmemeli Silahlı güce başvurmak siyasetin bir parçasıdır. Gerektiğinde yapılır. Devletler sisteminin mantığı içinde ileride
daha fazla kan akmasını engellemek için de askeri yönteme başvurulabilir. Ama her durumda bu türden bir karar "hadi yallah girelim" diye verilmez. Zira iyi tasarlanmamış, siyaseten her açıdan
düşünülmemiş bir askeri harekat bunu yapana da hasar verebilir. Son dönemde bunun en iyi örneği İsrail'in Lübnan'a karşı giriştiği savaştı. Bugün Türkiye'de mutlaka ve her ne pahasına olursa olsun ve Irak Kürt yönetimini de vuracak şekilde savaş isteyenlerin topluma sundukları örnek yani!
Duygusal yaklaşımın sonuçlarından bir diğeri de Türkiye'nin
dış politika çerçevesinin sorgulanmaya başlaması. Özellikle uzun sürecek bir harekatın Türkiye'yi yalnızca Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde değil tüm dünya ile ilişkilerinde
yalnızlaştıracağına şüphe yok. Bugünkü olayların yoğunluğu içinde Türkiye'nin eski bağlarından koparak yeni ittifaklara yelken açmasını savunanlar var. Bazıları bunu özlemle bekliyorlar da.
Belki tam bu noktada hatırlanması gereken bir gerçek var. Bugün Türkiye'nin alternatif yönelimlerindeki adres veya müttefik olarak görülen ülkelerin Türkiye'ye verdikleri önem Türkiye'nin bugünkü ittifak ilişkilerinden soyutlanamaz. O ilişkiler koptuğu taktirde yalnızlaşan bir Türkiye'nin, hele bir batağa saplanmışsa,
pazarlık gücü erir. Benzer şekilde Batı açısından da
Türkiye'yi bir müttefik olarak kaybetmek kolay ödenebilecek bir bedel değildir. Bunu da bilen bilir.
ABD'nin Erbil politikası Dış politikada ortaya çıkan riskin sorumlusunun sadece Türkiye olduğunu söylemek tabii ki mümkün değil. ABD'nin son olayların ardından hala Türkiye'nin talepleri
karşısında topu taca atmaya çalışmasını anlamak zor. Burada çeşitli ihtimaller üzerinde durulabilir. Birincisi ABD sistemi içinde bürokratik çatışmalar nedeniyle yönetimin tercih ve kararlarının uygulanmamasıdır. Özellikle Irak'tan sorumlu Merkez Komutanlığının PKK'ya yönelik bir harekat karşısındaki isteksizliği bu bağlamda çok değinilen bir unsur.
İkinci ihtimal ABD yönetiminin Türkiye'yi mutlaka Irak Kürtlerini muhatap alma noktasına getirme arzusudur. Başından beri ABD yönetimi Ankara'nın
Bağdat ile değil Erbil ile konuşarak PKK meselesine çözüm aramasından yanaydı. Bugün de, ülkede infial varken, Türkiye hayli riskli bir adımı atmaya hızla yaklaşırken hala top çevirmeye çalışması
bu ısrarından vazgeçmediği anlamına geliyor. Bu siyasetin tüm sonuçlarını ne ölçüde düşündüğü ise meçhul. Ya da çok iyi düşünmüş olduğunu ve sonuçları göze aldığını varsaymak gerekiyor.
Yayın tarihi: 28 Ekim 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/28//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.