Bu kadar duygu yoğunluğunun yaşandığı bir ortamda analiz yapmaya çalışmak kolay değil.
Giden canlar yerine gelmiyor . Ateş düştüğü yeri yakıyor. Toplumun öfkesi burnunda. Densiz bir müftü, konuyla alakası olmayan Ermenilere saldırsa da asıl ülkedeki
Türk-Kürt çatışmasını körükeleyebilecek bir ortam keskinleşiyor. Bunun
PKK tarafından çok arzu edildiğine şüphe yok. Bu bağlamda PKK'nın en başta Kürtlerin çıkarlarının düşmanı olduğuna da.
PKK terörü konusunda çok gürleyen Türkiye son 13 şehidin ardından bir şeyler yapmak baskısıyla karşı karşıya. Bunun sınır ötesi harekât olması gerekmiyor. Ancak bu kadar esip üfledikten sonra Türkiye kendisine hasmane davranan taraflardan birinin ya da tümünün
canını yakacak adımlar atamazsa ciddiye alınmaz. Caydırıcılığını yitirir.
Ancak bu caydırıcılığın tesis edilmesi, ülkenin canını yakan eylemlerin durmasını sağlayacak hamle de Irak'a büyük birliklerle girmek değildir. Bunu savunanların neyi ne kadar anladıkları kadar, Türkiye'nin çıkarlarını ne ölçüde düşündüklerini de sorgulamak gerekir. Zira aklı başında herkesin tekrarladığı gibi
PKK terörizminin asıl kaynağı Kuzey Irak değildir. Ancak PKK Kuzey Irak'ta kollanmakta ve Türkiye'ye karşı bir pazarlık kozu olarak da kullanılmaktadır.
Ekmeğine yağ sürmek Büyük devletler anlık tepkilerle hareket etmedikleri gibi duygusal da davranamaz. Bu lüksleri yok. Daha da önemlisi ciddi devletler ne yapacakları konusunda sürekli tehdit savurmaz. Eğer yapacakları bir eylem varsa yapar ya da beklentilerinin gerçekleşmemesi halinde
kimin ne tür bir zarar göreceğini ilgili taraflara anlatır. Bugünkü durumda hedef PKK. Ancak ona yönelik bir hamlenin verdiği mesajın kopyalarının da Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ABD'ye gideceğine şüphe yok. Dolayısıyla hükümet ne yapmaya karar verirse bunun
diplomatik boyutunu ve iletişim tarafını iyi hesap ederek hareket etmeli. Yapılanın Türkiye'yi uluslararası sistemde tecrit etmesine asla izin verilmemelidir.
Seçimlerden önce sınır ötesi harekât tartışmalarının kızıştığı sırada Doçent Sedat Laçiner'in başkanlığını yaptığı Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu bir rapor hazırlamıştı. Hayli kapsamlı bu raporun ana tespitleri arasında "tüm çözüm yollarının denenmemiş olduğu ve bir operasyon yapılacaksa bunun asker yoğun bir yaklaşımla değil teknoloji ve uzmanlık yoğun bir yaklaşımla olması" gerektiği vurgulanıyordu. Bu yaklaşım bugün için de geçerliliğini koruyor. Bugünkü şartlarda Kuzey Irak'a büyük birliklerle girmek hem
siyasi hem de askeri açıdan PKK'nın tuzağına düşmek, ekmeğine yağ sürmek anlamına da gelecektir.
İmralı baskısına direnme Böylesi bir harekât gibi Türkiye'ye zarar verecek diğer adım, içeride demokratik alanın daraltılması olur. DTP'lilerin bugüne kadar ki performanslarından şikâyetçi olunsa da
partinin kapatılması sorunları çözmeyecek, tersine pekiştirecektir. DTP'nin 13 erin katledilmesi ardından yaptığı açıklama olumluydu. Bu çizginin sürdürülmesi için cesaretlendirilmeleri, Kandil, İmralı, Avrupa'daki
kadrolardan gelen baskılara direnebilecek noktaya gelmeleri Türkiye'nin yararınadır. Diyarbakır Barosu'nun, Tabibler Birliği'nin ve işadamlarının açıklamaları da bu bağlamda çok önemlidir.
Nihayet Türkiye'deki kurumların da terörizmle mücadele konusunda aralarında var olan farklılıkları gidermek için daha ciddi bir çaba göstermeleri gerekir. Kurumlar arasındaki
iç siyaset çekişmeleri nedeniyle bu toplum sürekli kan kaybedemez, gençlerini ve umutlarını tüketemez.
Okurların bayramını kutlarım...
Yayın tarihi: 11 Ekim 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/11//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.