Anayasa değişikliği paketinin kaderi bu hafta belli olacak. Cumhurbaşkanı Sezer en geç önümüzdeki Cuma günü saat 17.00'ye kadar kararını verecek. Biliyorsunuz, paket cumhurbaşkanının halk tarafından ve 5+5 sistemiyle (5'er yıllık iki dönem) seçilmesini ve parlamentonun yasama döneminin 4 yıla indirilmesini öngörüyor.
Anayasa değişikliği Meclis'in üye tam sayısının üçte ikisinden fazla bir çoğunlukla, 376 oyla kabul edildiği için, Sezer'in önünde üç seçenek bulunuyor: Onaylamak, bir kez daha görüşülmesi için Meclis'e geri göndermek (yani veto etmek) veya referanduma götürmek. Bu seçeneklere, değişikliklerin bir bölümünü onaylayıp, kalanının yeniden görüşülmesi veya referanduma götürülmesi gibi ara seçeneği de eklememiz gerekir.
Tahminimize göre, Sezer paketi ya tümüyle geri gönderecek ya da bir kısmını (örneğin seçimlerin 5 yerine 4 yılda bir yenilenmesi hükmünü) onaylayıp diğer değişikliklerin bir kez daha görüşülmesini isteyecek. Ondan sonraki gelişmeler, paketin tümüyle veya kısmen Meclis'e iadesinden sonra iktidar partisinin izleyeceği tutuma bağlı olacak: AK Parti sözcülerinin her fırsatta tekrarladıkları gibi, Anayasa değişiklikleri "Virgülüne bile dokunmadan" yeniden geçirilip Çankaya'ya mı gönderilecek? Yoksa daha geniş ve sağlıklı bir tartışmanın önünü açmak için sorunun çözümü genel seçim sonrasına mı bırakılacak?
Paket: Ne kuş, ne deve İlk yol tercih edilirse, Anayasa değişikliklerinin siyasi ömrünü tamamlamış Meclis'in ve iktidarın "Dayatması" olarak algılanacak. İkincisi ise sağduyunun dönüşü diye yorumlanacak.
Biz ikinci yolun tercih edilmesinin doğru olacağı görüşündeyiz. Çünkü
Anayasa değişikliği paketi bu haliyle bir hilkat garibesini andırıyor. İki nedenden ötürü:
- Toplumsal huzur için Anayasa değişikliklerinin halkın ve kurumların mümkün olan en geniş uzlaşmasıyla gerçekleştirilmesi ilkesini göz ardı ediyor.
- Cumhurbaşkanının yetkilerine yeni bir düzenleme getirmiyor.
Birinci nedenin önemsenmemesi, iktidarın "Ben yaptım oldu" anlayışını veya bencilliğini yansıtır ve halkın sadece üçte birinin desteğine sahip bir yönetimin siyasal meşruiyetinin en azından tartışılmasının kapısını aralar.
İkinci neden ise ne başkanlık, ne yarı başkanlık, ne de parlamenter demokrasi rejimleriyle bağdaşan bir cumhurbaşkanı modeline Türkiye'yi mahkum eder. Tabii bu da kaçınılmaz olarak siyasi krizlerin ebeliğini yapar.
Başbakan Erdoğan geçenlerde "Halkın seçmesi halinde cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılacağını" söyledi. Dünyanın en ünlü anayasa hukukçusu olan demokraside güçler ayrılığı üstüne ciltler dolusu kitap yapan Maurice Duverger'in kulağına gittiyse, mutlaka yerinden zıplamıştır. Zira bu bakış açısının anayasa hukukunda yeri yok ya da eşyanın tabiatına aykırı:
Nasıl bir cumhurbaşkanı? Cumhurbaşkanını halk seçecekse, mutlaka güçlü yetkilerle donatılmak zorunda olmalı. En azından cumhurbaşkanının bugün sahip olduğu yetkiler korunmak zorunda.
Yok, tercih yetkileri daraltılmış bir cumhurbaşkanı ise, o zaman halkın oyuyla seçilmesi yanlış. Yetkileri "Temsil"le, yani protokol ile sınırlandırılmış bir cumhurbaşkanı, dünyanın tüm parlamenter demokrasilerinde meclis tarafından seçilir.
Sanırız bu konudaki tartışmalar Sezer'in Anayasa değişikliği paketini kısmen veya tümüyle Meclis'e geri göndermesini izleyecek süreçte iyice alevlenecek.
Ancak biz cumhurbaşkanının yetkileri konusunda görüşbirliğinden vazgeçtik, hiç değilse mümkün olan en geniş uzlaşma sağlanmadan seçim yöntemiyle ilgili karar almaktan kaçınılmasının Türkiye'yi yeni sorunlardan ve gerilimlerden kurtaracağına inanıyoruz.
En iyisi veya doğrusu, bu sorunun çözümünü halkın yeni eğilimlerinin, yeni tercihlerinin yansıyacağı yeni parlamentoya bırakmak olmalı.
Yayın tarihi: 21 Mayıs 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/21//haber,8C70A196D3AB4EA8AE4FF5252E8BC245.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.