Fransa'da cumhurbaşkanlığı görevini yarın akşama doğru Jacques Chirac'tan devralacak olan Nicolas Sarkozy ilk kabinesini oluşturmak için yoğun bir temas trafiği yürütüyor. Sendikacılara ve işveren örgütlerine danışıyor, partisinin kurmaylarıyla durum değerlendirmesi yapıyor, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin önerilerini dinliyor. Ama tüm bu temasların en ilginci Hubert Vedrine, Bernard Kouchner, Claude Allegre gibi sosyalist muhalefetin bazı önemli isimleriyle görüşmesi olsa gerek. Dahası görüşmekle kalmayıp onlara kabinesine girmelerini de öneriyor.
Neden? Fransız halkının yarısının kendisine karşı olduğunu, hatta nefret ettiğini biliyor. "Fransa'nın iki kampa bölündüğü" görüntüsünü, kendisinin "İç barış için tehlike" ve "Ulusal birlik için tehdit" olduğu kaygılarını ortadan kaldırmak istiyor. Ve nihayet
"Fransız toplumunu yeniden yapılandırmak" için zorunlu gördüğü reformları krizlere yol açmadan gerçekleştirebilmek için uzlaşmanın kesinkes şart olduğunu kabul ediyor. "Reform" ve "Yeniden yapılandırma" kavramları seçimin mağlubu Sosyalist Parti'nin de şu sıralar tek gündemini oluşturuyor. Zira Fransız sosyalistleri nihayet çağın çok gerisinde kaldıklarını, halkın beklentilerine yanıt veremediklerini, kısacası umut ya da seçenek olmaktan çıktıklarını görmeye başladılar.
Çözüm? "Ya değişim ya ölüm!" Üçüncü olasılık yok. Ankara'daki iyi arayışlar Bizim siyasal yelpazemizde yer alan partilerin çoğu da benzer sancıları yaşamıyorlar mı? Her seçimde daha da ufalmalarının nedeni kitlelerden kopmaları, 20'nci yüzyılın ideolojik kalıpları veya siyasalekonomik politikaları arasında sıkışıp kalmaları değil mi?
Sözünü ettiğimiz partilerin ya da kadroların "Kısık ateşte ölüm"den kurtulmalarının tek yolu var. Önce gerçek kabullenilecek:
Eski sağ da bitti, eski sol da. İki ideolojinin kamplaşması 20'nci yüzyılla birlikte tarihe karıştı. Dünya ikisinin iyi taraflarını buluşturan politikalara "Üçüncü Yol"a yöneldi. Sonra da partiler modernleştirilecek: Çağın koşullarına ve sentezlerine uyum sağlanacak. Dünyayı değiştirme hayallerinin yerini değişen dünyaya ayak uydurma gerçekçiliği alacak.
Yeni fikirler, yeni politikalar, yeni kadrolar üretilecek. Çünkü İngiltere Başbakanı Tony Blair'in dediği gibi,
"Sağ veya sol ekonomik politikalar yoktur, iyi veya kötü ekonomi politikaları vardır." Bu dediklerimiz de ancak geniş açılımlarla, büyük uzlaşmalarla, ideolojik bağları koparmakla veya saplantıları aşmakla başarılabilir.
Ama umutluyuz.
22 Temmuz seçimlerine giderken hemen tüm partilerde gözlemlediğimiz, Alexis de Tocqueville'in demokrasinin üçüncü koşulu olarak saydığı "Kamuoyu baskısı"nın tetiklediği arayışlar, Türkiye'de de siyasetin çağdaşlaşma sürecine girdiğini veya girmek üzere olduğunu gösteriyor. AK Parti aday listelerinde liberal ve merkez solun temsilcilerine yer vermeye hazırlanıyor.
CHP sadece sol kesimi değil, "Tüm Türkiye'yi kucaklamak" için merkez sağdan birçok isme adaylık önermeyi planlıyor.
DYP-Anavatan birlikteliği benzer stratejiler geliştiriyor.
MHP'de de Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin bu doğrultuda bir dizi girişim planladığını, ancak çevresindeki bazı kişilerin "İdeolojik refleks" ile engellemeye kalkıştığını duyuyoruz. Ancak Bahçeli'nin bugüne kadar sergilediği ikna gücü, "Yumuşak güç"le beslenen liderliği ve sağduyusuyla tüm engelleri veya çelmeleri aşacağına inanıyoruz.
Zira yukarda belirttiğimiz gibi, yeni dünyada, yeni Türkiye'de ve yeni dönemde kendini yenilemeyene yer yok!
Yayın tarihi: 15 Mayıs 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/15//haber,80909B4EF91B446EB0762ACC0B962778.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.