Hatırlarsınız: "
10 kelimeyi geçmeyen çok kısa öyküler yazın " demiştim...
İnanılmaz sayıda mesaj gelmişti.
İster
gerçek olsun, ister
kurgu, hikâyelere meraklıyız. Mesela bir başka açıdan baktığımızda, 'dedikoduların' aynı zamanda birer kısa öykü olduğunu görürüz.
İçinde yaşamakta olduğumuz medya çağında, hikâyeler daha da önemli hale geldi. Başkalarının ilgisini çekecek bir öykünüz varsa ve bunu TV gibi bir kitle iletişim aracında anlatma fırsatını yakalarsanız, hikâyesi olmayanların önüne geçebilirsiniz.
Popstar'ı hatırlayın...
Bayhan ya da
Firdevs gibi yarışmacılar, kendilerini sempatik gösteren hayat hikâyeleri anlatıp durmuşlardı. Öykülerinin ana fikri kabaca şöyleydi: "
Önüme nice engeller çıkarıldı... Çok acılar çektim... Ama işte sonunda başardım. "
Milletin tutkuyla, merakla izlediği TV dizilerinin esasını hikâyeler oluşturmuyor mu? İyi bir öyküyü, iyi oyuncular canlandırırsa reytingler zıplıyor.
Mal satarken de öyküler önemli.
Batılılar bunu çoktan keşfetti. Mesela şarap üreticisi iki kardeşin yaptıklarını okumuştum. Piyasada sürüyle şarap markası var. Onların arasından nasıl sıyrılmalı? Herkes etikete şarabın özelliklerini yazar ya... Bizim iki kardeş, kanserden ölen babalarını yazıyorlar etikete. Onun anısına, nasıl satılan her şişe şaraptan belli bir yüzdeyi kanser araştırmalarına bağışladıklarını anlatıyorlar. Sonuç, tahmin edeceğiniz gibi, büyük başarı.
Peki iyi bir öykü nasıl bulunur? Kime, nerede, nasıl anlatılır?
Hikâye yazmak ya da anlatmak doğuştan gelen bir yetenek midir? Yoksa öğrenilir bir şey midir?
Her işte olduğu gibi belli bir yetenek seviyesi, belli bir kapasite gerekiyor elbette. Ama yine her işte olduğu gibi çalışmak, düşünmek, araştırmak da şart.
MediaCat dergisi "hikâye yazmayı öğreten adam" diye tanınan
Robert McKee'yi Türkiye'ye getiriyor. Oyuncu, yönetmen, akademisyen McKee üç gün sürecek (
46 Haziran ) seminerde olayın inceliklerini anlatacak.
Dün derginin bu konuda gazetelere verdiği reklama bakıyordum. Şöyle demişler:
"Hikâyesi olmayan markaya müşteri yok... Hikâyesi olmayan lidere oy yok... Hikayesi olmayan CEO'ya ikinci çeyrek yok... Hikâye yazamayan reklamcıya marka yok... Hikâyesi olmayan insana kariyer yok..."
Bu ibareler arasında "Hikâyesi olmayan lidere oy yok" özellikle ilgimi çekti.
Hikâye açısından
Recep Tayyip Erdoğan ile
Deniz Baykal'ı karşılaştırdığımızda ne görüyoruz?
Erdoğan iktidara yürürken kendi hikâyesini de anlattı: Babasından gizli futbol oynamıştı... Onun da evi ruhsatsızdı... Şiir okudu diye cezaevine kapatılmıştı... Ama sonunda başarmıştı işte:
Kasımpaşa'dan çıkmış, başbakanlığa kadar tırmanmıştı...
Erdoğan'ın hikâyesi ile Bayhanların, Firdevslerin hikayeleri arasında büyük bir paralellik bulunuyor: "
Toplumsal engelleri aşma becerisini gösteren yetenekli bir halk çocuğu. "
Baykal'da ise bu tarz bir "
kişi-hikâye " bütünleşmesi gözükmüyor.
Deniz Baykal, çok uzun yıllardır, siyaseti meslek haline getirmiş
Ankara elitinin bir parçası. Kazansa da öyle, kazanmasa da...
Dolayısıyla meydanlara çıktığında "işte benim hikayem" deme şansı bulunmuyor.
"Hayatınızdaki en büyük başarınız nedir" diye sorsanız, herhalde "
AKP 'nin cumhurbaşkanını seçmesini engelledim " cevabını verecektir.
Yani '
yaparak' değil, '
yaptırmayarak' öne çıkıyor. Rakip takımın ünlü forvetine gol izni vermeyen bir savunma oyuncusu gibi...
Tabii savunma da önemli bir beceridir ama seyirci gol görmek için maçları izler. Golün engellenmesi ise hep ikinci planda kalır. Gol atmadan maçı kazanamazsın.
Bugünkü Tüm Yazıları
Baykal'ın hikâyesi var mı?
Yayın tarihi: 15 Mayıs 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/15//akoz.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.