Biraz "İronik" görünse de, doğrusu bundan daha anlamlı bir mesaj olamazdı. Fransızlar, Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararıyla taşların yerinden oynadığı Türkiye'ye Sarkozy felaketini bir gecede 367 otomobil yakarak bildirdiler.
Gerçekten de Sarkozy'nin seçilmesi Türkiye'nin AB sürecinde bir depremin habercisi gibi.
Çünkü Fransa'da General Charles de Gaulle ile başlayan 5'inci Cumhuriyet dönemi boyunca
bu kadar kararlı bir Türkiye karşıtı cumhurbaşkanı Elysees Sarayı'na oturmadı. Ne General de Gaulle, ne Georges Pompidou, François Mitterrand, ne Jacques Chirac. Hatta Valery Giscard d'Estaing bile cumhurbaşkanlığı sırasında Türkiye'nin AB yönelimine itiraz etmemişti. Karşıtlar safına birkaç yıl önce geçti. Çok ilerlemiş yaşının getirdiği "Ölüm korkusu" nedeniyle Hıristiyan kökenlerini hatırlamasından olsa gerek.
Küçük Asya ve Afrika Daha kötüsü, Sarkozy yalnızca Türkiye'nin "Avrupa'da yerinin olmadığı" söylemiyle yetinmiyor, Almanya'nın bir türlü içini dolduramadığı "İmtiyazlı ortaklık" gibi soyut kavramların aksine o sağolsun (!) bizim adımıza somut alternatifler de geliştiriyor: AB ile Afrika arasında köprü işlevi göreceğini savunduğu Akdeniz Birliği'ne katılmamızı önermesi gibi! Bu da "Küçük Asya" dediği Türkiye'yi Afrika kıtasına taşıması anlamına geliyor!
Ankara umudunu "Cumhurbaşkanı" Sarkozy'nin "Aday" Sarkozy'den farklı olacağı beklentisine bağladı. Pek gerçekçi bulmuyoruz ama "Amerikancı" iddialarını çürütmek için bile Türkiye'yi kullanan ("Amerikancı olsaydım, ABD'nin desteklediği Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkar mıydım" diyor) Fransa'nın yeni patronunun hiç değilse daha esnek bir çizgiye yönelip yönelmeyeceğini görmek için öyle uzun süre beklememize gerek kalmayacak.
En geç önümüzdeki iki ayda "Asıl Sarkozy yüzünü gösterecek. Örneğin 21-22 Haziran'daki AB liderler zirvesi bu konuda "Turnosol kağıdı" işlevini görecek. Bakalım Sarkozy katılacağı bu ilk zirvede, seçim kampanyası süresinde tekrarladığı gibi "Türkiye ile müzakerelerin durdurulması"nı isteyecek mi?
Müzakereleri durdurabilir Tamam AB Komisyonu'nun önemle vurguladığı gibi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin açılması kararı oybirliğiyle alındı, durdurulması için de oybirliği gerekiyor.
Ancak
Sarkozy müzakereleri "De facto" durduracak imkânlara ve güce sahip. Nasıl mı? Müzakere başlıklarının açılmasına izin vermeyerek. Çünkü her müzakere başlığının gerek açılması, gerekse kapatılması 27 üye ülkenin 27'sinin de onayıyla mümkün oluyor. Türkiye için Kıbrıs'la limanlarhavaalanları sorunu çözülünceye kadar zaten başlıkların kapanması söz konusu değil. Buna bir de Sarkozy freniyle başlıkların açıl(a)maması eklenirse, AB süreci fiilen durmuş olacak. Ya da tek yanlı yürüyecek: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan'ın söyledikleri gibi, Türkiye'nin fasılları tek başına açıp kapatması yoluyla. Yani bir anlamda kendi kendimize gelin güvey olacağız.
Son dost da gidiyor Fransızlar'ın sevdiğimiz bir atasözü var: "Hiçbir felaket tek gelmez." Sarkozy faciası yetmezmiş gibi, İngiltere Başbakanı Tony Blair de bu hafta görevi Maliye Bakanı Gordon Brown'a devredeceği tarihi açıklayacak. AB zirvesinden önce Londra'da da devir-teslimin yapılacağı sanılıyor.
Tamam Brown üyeliğimize karşı değil ama pek sıcak baktığı da söylenemez. Daha doğrusu AB'ye sıcak bakmıyor. Hatta hiç hazetmiyor.
Gerhard Schröder ve Jacques Chirac'tan sonra Blair'in de ayrılmasıyla "AB'nin motorları" denilen üç büyük ülkenin üçünde de, Türkiye destekçisi liderler sahneden çekilmiş olacak.
Bize de bir İzmir "Rembetiko"sundaki hüzünlü sözleri mırıldanmak mı kalacak acaba: Bir rüyaydı, geldi geçti.
Yayın tarihi: 8 Mayıs 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/08//haber,9A3E985FB8CE43F5AAB30FB729727D36.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.