Tandoğan ve Çağlayan mitinglerinden sonra İzmir Gündoğdu mitingi de bütün büyük meydan hareketleri gibi etkileyiciydi. Baştan beri söylediğimiz üzere siyaset bu toplantıların hiçbirisini yok sayma, görmezden gelme hakkına sahip değil. Gene de önemli bir soru, bir şairin benzetmesiyle söyleyelim, "kanlı bir kasap çengeli gibi" kıvrılmış duruyor karşımızda: bu mitingler politik hareketler midir? Daha doğrusu "reel politika" içeren oluşumlar mıdır bunlar?
İlk bakışta tabii ki, politiktir bu mitingler. Milyonlarca insan meydanlara toplanıyor ve bir talebi dile getiriyor. Politika bu değilse başka hiçbir şey değildir. Buna rağmen "politika" dediğimiz zaman aklımıza gelen farklı şeyler var. Ne yapalım ki, siyasal teori bize onları belirtmek zorunluluğunu da yüklüyor. Şöyle bakalım...
Siyasetsiz toplum 1980'lerde dünyada meydana gelen büyük sağ kayma sonucunda kitleler, biraz da "ideolojiler öldü" sloganının etkisi altında "reel politika"dan uzaklaştı. Doğrudan kendilerini ilgilendiren konularda dahi toplumlar örnekleri 1960 ve 70'lerde görüldüğü üzere etkin bir biçimde karar alma süreçlerine katılmadı, bu dönemde. Siyaset profesyonelleşti ve halktan koptu. Siyaset sosyolojisinde duyarsızlık (
apati ) denilen durum doğdu ve seçim temelinde işleyen siyaset anlamını önemli ölçüde yitirdi.
1982 Anayasası'nın siyaseti topluma yasaklaması ve bunu bir sosyopolitik kültür olarak geliştirmesi belirttiğimiz duyarsızlığın kökleşmesine yol açtı. Bu, orta sınıfların içine kapanmasıydı. 1990'larda doruğuna çıkan bu durumun Türkiye'deki en büyük yansıması merkez siyasetlerin çökmesiyle, siyasal İslam'ın, merkez siyasetinin ilgilenmediği "yeni sosyolojilerin" desteğiyle yükselmesidir. Nihayet 2002 seçimlerinde ortaya çıkan tablo reel, yani ideoloji temelinde işleyen siyasetin AKP bünyesinde somutlaşmasıdır. Bu reel politikayla
politikamsılık arasındaki çelişkinin aşılmasıydı.
Toplumsuz siyaset Şimdi meydanlara akan kalabalık ikili bir anlama sahip. Bir yandan orta sınıflar, kentli burjuvazi "taşra" diye gördüğü hamleye karşı kendi siyasal bilincini dışavuruyor ve politikleşiyor. Bu çok sevindirici bir durum. Ama öbür yandan bu toplantılarda ortaya getirilen "sorunlar" ne kadar reel politikanın meseleleridir sorusunun yanıtı meçhul olmasa da "meşkuk", kuşkulu.
Laiklik, dışında kalan Atatürkçülük, şeriat gibi kavramlarla bayrak, Atatürk gibi semboller, kabul edelim ki, bugün (yani 1950'den beri), Türkiye'de siyaseti belirleyen kitlelerin, üzerine siyasal davranış inşa ettiği kavramlar değil. Bu bir siyasal gerçek! Dolayısıyla bu mitingleri, bütün farklarına rağmen, gene 1990'larda çok kullanılan bir siyasetbilim kavramıyla söylemek gerekirse "
apolitik politika" nın araçları olarak görmek gerek.
Çok önemli ama bu gerçeği de içinde barındıran oluşumlar bunlar. O zaman insan şunu söylemek ihtiyacını duyuyor: 1990'lar
siyasetsiz toplum yaratmak istiyordu; şimdi o aşıldı ama bu defa da
toplumsuz siyaset içine mi giriliyor?
Yanlış anlaşılmaması için tekrar edelim: küçümsenmeyecek ve siyasal iktidarın göz önüne alması gereken hamleler olan son üç, diğerleriyle birlikte son beş miting yeni bir siyaset oluşturmuyor. Türkiye'de siyasetin adeta siyaset üstü/dışı olan kavramlarına bir göndermede bulunuyor.
O zaman ikinci soru, gene o şairin sözleriyle söyleyelim, "bir solucan gibi kıvrılıyor beynimin kıvrımları arasında": ne yansır bu mitinglerden siyasete?
Perşembeye...
Yayın tarihi: 15 Mayıs 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/15//haber,FB4CBD95929B46229865547D74C3CFB8.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.