|
|
Televole eğlencesinin farkı neydi?
90'lı yıllarda hayatımıza Televole girdi. Havalarda uçuşan peçeteler, yakılan ceketler, akıtılan şampanyalar, Yunan tavernası tipi tabak kırma âdeti...
Haydi eller havaya!
90'lı yıllarda hayatımıza Televole girdi. Havalarda uçuşan peçeteler, yakılan ceketler, akıtılan şampanyalar, Yunan tavernası tipi tabak kırma âdeti... Yine o günlerdekine benzer bir 'azıtma' durumuyla karşılaşırsak bilmemiz ve hatırlamamız gerekenler var.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği İstanbul'da Yaşam Kültürü Sempozyumu'nda bana düşen konu 'Göç ve Gece Eğlence Yaşamı'ydı. 'Göç' denince akla hemen geleceğini İstanbul'da arayan kır kökenli insanlar geliyor. Halbuki bir de 'yatay göç' var: Yani bedenin, paranın, emeğin yanı sıra zevklerin tarzların bu devasa kent içindeki yer değiştirmeleri... Sempozyumdaki kısıtlı vakitte cevabını aradığım soru şuydu: 1990'ların ikinci yarısında başlayıp, 1999-2001 arasında zirveye çıkan, daha sonra da düşüşe geçen 'Televole Tipi Eğlence'nin farkı neydi? İşte bir özet: Gelişen Türkiye ekonomisi 1990'lı yıllarda Prof. Yalçın Küçük'ün tabiriyle TİT'çileri ortaya çıkarmıştı: Yani Turizm-İnşaat-Tekstil sektöründen iyi para kazanan insanlar. Onlara başkalarını da eklemek gerek: Özellikle 1994'teki ekonomik kriz atlatıldıktan sonra, 2001 Şubat krizine kadar doların ucuz olmasından yararlanan ithalatçılar. Ve yüksek faizden geçinen rantçılar. Bu grupların ortak noktası ise erkek olmalarıydı. Kısa sürede küfeyle para kazanmış bu erkekler; başarılarının ekonomik şartlara bağlı olduğunu çoktan unutmuşlardı. Kendileriyle gurur duyuyorlardı: Çünkü onlar zeki ve becerikliydiler. Dünya nimetlerinden yararlanmak en doğal haklarıydı. Bu gruplar, Kemalizmin 'eğitim yoluyla toplumda yükselme' düsturuna sırtını çevirmişti. Bazıları araçlarının arkasına 'Kıroyum ama para bende' türü stikırlar yapıştırıyordu: Eğitimsiz de zengin olunabilirdi. Söz konusu erkekler meşhur olmak ve ünlü kadınlarla gönül eğlendirmek istiyorlardı. İlk olarak, kendilerince zenginliğin temel şartlarını yerine getirdiler: Kent çevresinde inşa edilen lüks sitelere taşındılar. Altlarına cipleri çektiler. Sigara içmeyenler bile puroya başladı. Ceplerini 100 dolarlık banknotlarla doldurdular. Başka özellikleri de vardı: Örneğin, eğitimli olanları bile, entelektüelleri küçümsüyordu. Uzun uzun konuşmak, bir konuda kılı kırk yarmak da onlara göre değildi. Ayrıca zihinlerini sürekli aktif tutmak, zeki görünmek, modaya uymak ve başka zevkleri de yaşamak için içlerinde kokaine dalanlar da oldu. Çok çabuk zenginleşmiş olan bu adamlar, hayat çizgilerine uygun olarak, arzularının da hızla tatmin edilmesini istiyordu. Evet, sıra meşhur olmaya ve ünlü kadınlara gelmişti. Şöyle ifade edebiliriz: Ünlü kadınlarla birlikte olarak nam salmayı arzuluyorlardı. İşte tam bu noktada, sansasyonu ve kadınları ekranlarına taşımaya hazır özel TV'ler devreye girdi. Gelişmeyi ilk fark eden, işe futbolcu magaziniyle başlayan 'Televole' programı oldu. Ancak kısa sürede asıl kaynağın başka tarafta olduğunu keşfedildi: Daha usturuplu, daha kapalı, daha gözlerden uzakta eğlenmek isteyen 'Beyaz Türkler'i bir yana bırakıp, onların statüsüne göz diken 'Kırmızı Türkler'e çevirdiler kameralarını. Televole tipi eğlencenin önemli bir özelliği: İstanbul'daki şarkılı türkülü diğer (ve eski) mekânlardan farklı olarak aşırı bir coşku, azıtma, sınırları aşma çabası... Yunan tavernası denilen yerlerde aşka gelip tabak kırmak bilinen bir adetti. Televole'de ise garsonların ceketlerini yakmak ya da yemeğin ardından üstünde hala tabak-çanak bulunan masaları devirmek moda olmuştu. Bazıları daha ileri gidip masa örtülerini de yaktılar. (Bu "Uzatma, parası neyse veririz," halinden mekân yöneticileri hiç yakınmadı çünkü bir harcayıp 10 kazandılar.) Bir başka moda da sanatçılara peçete atmaktı. Sahnedeki sanatçının kafasından aşağıya para, özellikle de dolar atmak 1980'lerde göze çarpan bir gösteriş biçimiydi.
|