|
|
|
|
Yalnız bir şampiyon
Üçüncü sınıf futbolcuların bile kitlelerce karşılanıp uğurlandığı Türkiye'de dünya kortlarında ter döken bir kızımız tek başına gidip geliyor. Kimse onu tanımıyor. Onun adı İpek. Soyadını merak eden yazının devamını okusun.
Bir e-mail aldım. İçim sızladı. Hatta utandım. Kendimden. Bu sayfada onca tenisçinin portresini yazan ben, yanı başımdaki alçakgönüllü ama müthiş yetenekli ve bir o kadar da başarılı - üstelik başarılarını yakından izlediğim - raketi bu sayfaya taşımayı, bu sayfada onun aracılığıyla Türk gençliğine, Türk sporcularına "Alın size bir örnek," diye seslenmeyi niye bu kadar erteledim diye. Elektronik posta kutuma düşen email'de şöyle deniyordu: "İpek, şu sıralar dünya tek kadınlar klasmanında 300'lerde. Çiftlerde ise ilk 100'ün içinde. Çoğu kişi tenisin kadın öncülerini düşündüğünde, akıllarına Gibson (Althea), King (Billie-Jean) ve Navratilova (Martina) gibi isimler gelir. İpek, fark yaratarak diğerlerine esin kaynağı olan bu insanların oluşturduğu listeye eklenen son isim. Tıpkı kendisinden öncekiler gibi, o da pek azının geçebildiği yollarda arkadan geleceklere örnek olacak başarılarla ilerliyor." Bu satırlar US Open sitesinde dünyanın en önemli turnuvalarını düzenleyen Mr. Robert'a ait. WTA (Profesyonel Kadın Tenisçiler Birliği) resmi web sayfasında, "Türkler futbol, güreş ve diğer popüler spor dallarındaki başarılarıyla tanınır. Son dönemde hükümet, olimpik sporlara yaptığı yatırımları, sosyo ekonomik gücü yüksek spor organizasyonlarına kaydırdı. Türkiye'de ilk kez düzenlenen WTA Cup ve İpek, popülaritesi düşük Türk tenisinin yükselen ivmesini kazandırdı," diyerek tenisçimize övgüler yağdırdı. Peki bunu kaçımız biliyoruz? Kaçımız dünyada ülkemizi temsil eden ona sahip çıkıyoruz? İpek dünyada güzel şeyler olduğunun bir kanıtı. Bir Türk'ün isteyince neler yapabileceğinin canlı örneği. Peki ona ne kadar destek oluyoruz? Türkiye'nin ilk Grand Slam oynayan tenisçisi, Wimbledon'da korta çıkan ilk oyuncusu İpek için bir şeyler yapalım. Neredeyse dünyanın tüm önemli turnuvalarına katılan ve birçoğunda yarı final, final oynayan, Türkiye'ye sayısız şampiyonluklar kazandıran İpek uzun bir aradan sonra kendi seyircisinin önünde maçlara çıktı. Rakiplerini tek tek yendi ve bir 'Cumhuriyet Kızı' olarak yarın saat 16.00'da TED'de (Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü) final maçına çıkıyor. 40 dereceye varan ateşi yüzünden ayakta duramayan, nefes alamadığı için kalbi sıkışan ve tansiyon aletleriyle oyun içinde sürekli kontrol edilen, sadece kendi ülkesinin seyircisi önünde kazanmak istediği ve Türkiye'ye bir ödül de vatanında kazandırmak istediği için o haliyle maçlara çıkan İpek, yarın final oynayacak. Gelin, bu mücadelesinde onu yalnız bırakmayalım." Bu uzun e-mail'i bitirince bir kez daha içim sızladı ve bir kez daha utandım. Hem kendimden hem de tenis deyince aklına sadece Hülya Avşar gelen magazinleşmiş toplumumuzdan. Ve maça gittim. Koşarak. Ne yazık ki elim böğrümde kaldı. Çünkü Cumhuriyet Bayramı arifesindeki çift bayanlar final maçı oynanamadı. İpek ile oyun arkadaşı Mervana Jugic Salkic (Bosna-Hersek) korta çıktı. Ama rakipleri, Cirstea Sorana (Romen) ile Katie O'Brien (İngiliz) ikilisi özür diledi. O'Brien sakatlığı nedeniyle oynayamayacaktı. Hükmen kazandılar ve tabii şampiyon oldular İpek ile Salkic. Elim böğrümde kaldı, ama teniste sakatlıklar nedeniyle maça çıkmamanın ya da yarıda bırakmanın çok sık görüldüğünü bildiğim için, şampiyonluğun ter dökmeden gelmesi sevincimi gölgeleyemedi. İpek'i izleyemediğime hayıflandım, o kadar.
KÖPRÜDE GÖSTERİ MAÇI Buraya kadar soyadını -bilinçli olarak- vermediğimiz bu kızımızı aslında çoğumuz tanıyor. Çoğumuz TV bağımlısı olduğumuz için. Hani, 15 Mayıs 2005'te sabahın köründe (07.00-07.45 arası) Boğaziçi Köprüsü'nde iki kadın tenisçi gösteri maçı yapmıştı. Biri iri-yarı, koyu tenli (ırkçılıkla suçlanmamak için siyah demiyorum) bir şampiyondu, diğeri de uzun boylu (1.80 cm.) ama ince, narin yapıda, beyaz tenli bir yeni yetme... Hani TV'ler o beş dakikalık maçı, iki oyuncunun da köprüye limuzinlerle gelmeleri, yeni yetmenin karşısında bir büyük şampiyonun olması gibi yığınla magazinlik malzeme sayesinde günlerce anlatmışlardı. İşte o uzun ince kız İpek'ti. İpek Şenoğlu. 100 küsur kez milli formayı giyen, Pekin'den New York'a, Melbourne'dan Paris'e kadar dünyanın tüm profesyonel tenis turnuvalarında raket sallayan, özellikle çiftlerde 30 küsur kez şampiyon olan İpek Şenoğlu.
İKİZLER BURCU Dünya kortlarında 'İpeko' ya da 'İpos' diye bilinen İpek, 8 Haziran 1979'da Eskişehir'de Doğan-Selma Şenoğlu çiftinin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Yani, İkizler Burcu'ndan. İlgi odağı olmak isteyenlerin, ben merkezcilerin burcundan. Sporcu bir aileden gelen, yürümeye başlar başlamaz onlarla birlikte spor sahalarının havasını solumaya başlayan İpek, bir röportajında tenisi tercihinin nedenini şöyle anlatıyor: "Küçük yaşlarımda bale yapıyor ve yüzüyordum. Sonra kendime uygun spor dalı olarak basketbolu seçtim. Tenis ise ailece hafta sonlarında, Organize Sanayi Sitesi tesislerinde oynadığımız bir spordu. Ne var ki dizimden sakatlanınca basketbolu bırakmak zorunda kaldım ve tenisi ön plana çıkardım." Ön plana çıkarmakla kalmadı; bu spor dalında gidebileceği yere gitmeyi, yani profesyonel oyuncu olmayı kafasına koydu. Ne var ki, Eskişehir ne onun beklentilerine uygun tesis vardı ne de -daha önemlisi- ona yol gösterecek bir antrenör. Çare? İstanbul! Her hafta sonu otobüs ya da trenle İstanbul'un yolunu tuttu. Yaz, kış. TED kortlarında antrenman yapmak için. O sıralar 15-16 yaşlarındaydı. İki yıl sonra liseyi bitirirken 'hem okuyup hem tenis oynayabileceği' bir imkan aradı. Bu arayışlarını tek adreste bulabilirdi: ABD. Öyle de oldu; Kaliforniya'daki Pepperdine Üniversitesi'nden, ABD eğitim sistemine özgü bir imkân olan 'Tam kapsamlı burs' kazandı. Toplam 160 bin dolarlık! Bir yandan uluslararası ekonomi ve işletme okudu, bir yandan da turnuvalarda şansını denemeye başladı. Önce ABD'deki üniversiteler arası şampiyonalarda. Kendi ifadesiyle, "Düşe kalka ilerledi," çiftlerde yarı finale kadar çıktı. Bir gün geldi üniversite bitti. Bir tercihle karşı karşıyaydı: Ya aldığı eğitimi iş hayatında değerlendirecekti ya da spora devam edecekti. İkincisini seçti. Profesyonel oldu. Bu yeni yaşamında ilk sınavı 2004 Haziran'ında Wimbledon'da (Grand Slam'ın dört ayağından biri; diğerleri Melbourne'daki Avustralya Açık, Paris'teki Roland Garros ve New York'taki ABD Açık) çift bayanlar elemelerine kabul edilmesiyle verdi. Wimbledon'da raket sallayan ilk Türk tenisçiydi. İpek, Pekin'den New York'a, Paris'ten Madrid'e, Tokyo'dan Dubai'ye, tüm tenis turnuvalarında bazen teklerde, çoğu kez çiftlerde rakiplerine meydan okudu. Diyebiliriz ki gitmediği ülke kalmadı, nerede turnuva varsa, oraya koştu. Tek başına! Sonunda WTA'da, Profesyonel Kadın Tenisçiler Birliği'nin sıralamasında teklerde ilk 300'e girdi, çiftlerde ise ilk 100'e. Daha önce dünya tenisinde ilk 300'e sadece bir Türk girmişti: ATP'de, yani Profesyonel Erkek Tenisçiler Federasyonu'nun listesinin ilk 300'üne kafasını sokmayı başaran İzmirli kardeşim, sevgili Levent-Tuba Tanık çiftinin biricik oğulları sevgili Esat Tanık. Devam etseydi -İpek'le aşağı yukarı yaşıt olan- o da bugün kim bilir nerelerde olacaktı. İpek devam etti. Bilanço? 30 küsur kupa, yani şampiyonluk. Hepsi de çiftlerde. Şimdi sıranın teklerde kendini kanıtlamaya geldiğine inanıyor. Hedefi: İki yıl içinde, yani 2008 sonuna kadar çiftlerde ilk 10'a, teklerde ise ilk 50'ye girmek. Biz o hedefe ulaşacağına inanıyoruz. Bu satırları yazmaya başladığımızda İstanbul'daydı İpek. Bu satırları yazmaya yönelten e-mail'i aldığımızda İspanya'da, ondan önce de İngiltere'de. Siz bu satırları okurken kim bilir nerede olacak. Tek başına. Ve uçak biletinin parasını ucu ucuna denkleştirebilmenin stresiyle... Onun gerçekten çok güzel olan internet sitesinin 'Günlüğüm' bölümünden bir alıntıyla noktalayalım: "Düşündüm de bir gezgin misali bavulum elimde dolaşıp duruyorum dünyayı. Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki sanırım profesyonel tenis hayatım sona erdiğinde uzun bir süre seyahat etmeyeceğim." Şansın açık olsun İpek. Her zaman, her yerde. Velev ki arkanda bir stadın sadece tribünündeki seyircilerin bilmem kaçta biri olsa da. Merak etme. Onların sessiz alkışları sana yeter. Yetecek de.
|
|
|
|
|
|
|
|
|