Ne olcak benim bu halim yahu?
Lunaparkta oradan oraya koşuşturan çocuklar gibiyim. Bana "Bu kadar işi nasıl yapıyorsun? Sen bir zaman mühendisisin," diyorlar. "Yahu ben hiç çalışmadım, ömrüm şenlikle, eğlenceyle geçiyor.." diyorum. Hep tatildeyim kısacası. İlk fırsatta çalışmaya başlayacağım. Hani çocukken insan her mesleğe heves eder de, asıl yapacağı işi hiç aklından geçirmez ya; hah işte benimki de öyle! Bütün sevdiği işi yapanlar gibiyim ben de. Devamlı tatilde.. İnsan yaptığı işte çok eğlenince daha üretici olabiliyor; herhalde ondan bir tatil çocuğu gibi oradan oraya koşuşturmam. Tatil bitince ben de doğru dürüst bir işe girip, bir baltaya sap olurum belki.
PATRONLAR HER İŞİ BİLİR Çocukken itfaiyeci olmak istiyordum.. Ailem benim için itfaiyeciliğin değil eczacılığın uygun olduğunu düşünüyordu. Anne tarafım hep doktor, baba tarafım nesillerdir eczacıydı.. Alışayım diye, daha ilk okuldayken; "Hadi sen patronsun, geç kasada dur," diyerek beni dümenden de olsa eczanede çalıştırırlardı. Kandırdılar beni. Sonra da "Patronlar her işi bilir," diyerek içeri laboratuara attılar beni. Eskiden eczaneler şimdiki gibi değildi. Doktorlar reçete yazardı, biz o ilaçları hazırlardık. Sonunda ben profesyonel olarak yazları eczanede çalışmaya başladım. Çıraklıktan, kalfalığa geçtim.. Usta olunca işi bıraktım. Tiyatrocu olmaya karar vermiştim. Bildiğini okuyan birisi olduğum için ailem kabul etmek zorunda kaldı. Konservatuarın tiyatro bölümünü kazandım. Şanslıydım iyi hocaların eline düştüm. Türkiye'nin en büyük hocaları ders veriyordu.. Tiyatrocuların dışında Türk şiirinin, edebiyatının büyük isimleri, ünlü oyun yazarları, tarihçiler de vardı hocalarımızın arasında. Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Yıldız Kenter, Max Meinicke, Samih Nafiz Tansu, Ercüment Behzat Lav, Seyyit Mısırlı, İncila Yar, Ahmet Kutsi Tecer, Gönül Gülyüz.. Madam Olga (bale hocamız Rus'tu soyadını hiç bilemedik...) Hocalarla öğrenciler birbirini seven, anlayan bir ekiptik.. Ekip olmanın, ekip ruhunu korumanın önemini, bir ekip, takım kültürü bakışı oluşturmanın önemini keşfettim o yıllarda.. Yeteneklerimin peşine takılıp bir sanatçı çıkarmaya uğraşırken kendimden, iyi bir takım adamı olursam daha çabuk başarıyı yakalayabileceğimi de anladım.. Bugün bu ölçülerin iş hayatının her dalında gerekli olduğunu, vazgeçilmez olduğunu biliyorum. Yetenek dediği şeyin nerde saklandığını merak eder herkes. Yetenek dediğimiz şey; insanın içinde, bilinçaltındaki bir cevher, bir değerdir. Bir şekilde onun da yönetilmesi gerekir. Yeteneğini de tıpkı bir markayı yönetir gibi yönetmek, iyi tanımak, anlamak, onunla iyi ilişki kurmak ve onu başkalarına aklı başında yöntemlerle sunmak zorundadır herkes. Ben yeteneğimi pazarlamak istemem diyen bireyler de, kurumlar da ister istemez tekleyecekleri gerçeğiyle yüzyüze kalıyorlar. Yani genç yaşımda 'Yetenek Ekonomisi' diye aklımdan bile geçmeyen bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım. Bütün ekonominin, yeteneğin üzerine inşa edildiğini, yetenekli insanların ekonomi dediğimiz, garip labirentleri olan ve sürekli kendini yenileyen bilimi ortaya çıkardıklarını keşfetmiştim.. Mesleğin ne olursa olsun ekonomiyle, ekonomi bilimiyle ilgilendiğin takdirde ilerleyebileceğini anlamıştım. Eh, üstat Karl Marx'ta öyle söylüyordu: "Bütün üst yapı kurumları altyapının yani ekonominin üstüne inşa edilir," buyurmuştu. Ekonomik savaşların, oyunların birer askeri savaş oyunu gibi taktiği, stratejisi olduğunu, uzun uzun, tıpkı bir tiyatro oyununu hazırladığımız gibi hazırlıkla gerçekleştirildiğini anladığımda büyük heyecan duymuştum. Babamın ölümünün ardından bir yandan iş hayatında inişler çıkışlar yaşarken, diğer yandan da oyunculuk yaptığım için her iki alanda da bilgi sahibi oldum. Biriktirdiğim bilgileri, deneyimlerimi, yaratıcı enerjimi başka bir alanda da kullanmaya başladım. İnsan kaynakları, takım oyunu, yaratıcılık ve yetenek yönetimi ve ekonomisi, yeni kurumsal kültür oluşturulması konusunda da çalışmalar yapmaya başladım büyük şirketlerle. Yetenek ekonomisi neyin nesidir kimin fesidir haftaya.
|