"Yaptığımız her işin toplumdaki karşılığını aradık. Kampusun yer aldığı bölgedeki halkı ücretsiz sertifika kurslarıyla içimize aldık".
Bilgi Üniversitesi'nin kurucusu ve Haliç'teki yeni müze ve kültür merkezi Santralİstanbul projesinin mimarı Oğuz Özerden'le yaptığımız sohbete dün kaldığımız yerden devam ediyoruz...
* Sizi hep sıra dışı bir üniversite kurucusu olarak tanıdık. Bir süre gazetecilik yaptınız, sonra Alo Bilgi deneyimiyle işadamlığına soyundunuz. Ama en çok akademisyenliği sevdiniz. Onu da kimselere benzemeyen bir şekilde yapıyorsunuz. Öyle ki bazen size Bilgi Üniversitesi koridorlarında rastlayanlar, öğrencilerden ayıramıyor. Üniversite kavramını, sosyal sorumluluk bilincini bir de sizden dinleyelim... Üniversite genelde kapalı bir kurumdur. Fildişi bir kule olarak nitelendirilir. Bu negatif bir deyimdir, üniversite için. Biz Bilgi Üniversitesi'ni kurarken bundan kaçınmaya çalıştık. Özellikle sosyal bilimlere konsantre olduğumuz için, toplumun sorunlarına, bunların çözümlerine yani özetle dışarıya açık olalım dedik. Duvarsız üniversite olalım diye yola çıktık. Yaptığımız her işin de toplumdaki karşılığını aradık. Sadece kuramsal işlerle uğraşmak değil, bunların yansımalarına da çok dikkat ettik. Yani hem öğrencilerimiz hem akademisyenlerimiz sokakta, toplumda ne oluyor, buna bakıp, bir yandan da araştırmalarını yapıyorlar. Sosyal sorumluluk projelerine çok öncelik verdik. Mesela bulunduğumuz yer bizim için çok önemliydi. Kampuslerimiz Dolapdere ve Kuştepe'de.
* Gelir seviyesi düşük, gecekondulaşmaya daha müsait bu bölgelerde kampus açmak sizin tercihiniz mi olmuştu? Yersizlikten demeyelim de orayı bulduğumuz için gittik.Şunu söyledim hep. Nişantaşı'nda yer bulsaydık tabii ki hayır demezdik. Ama üniversitelerin iki seçeneği vardır. Çok eski bir kurumsa eğer, Londra'da mesela London School of Economics, Paris'te Sorbonsne, New York'ta Colombia üniversiteleri. Bunlar şehrin göbeğindedir ama dediğim gibi çok eskidir, o yüzden yayılmışlardır. İstanbul'da böyle bir şey mümkün değil. Ama biz şanslıydık. Şehrin hem merkezinde hem de ihmal edilmiş bir köşesindeydik. Bunu da değerlendirdik.
* Nasıl değerlendirdiniz. Bölge insanıyla mesela kaynaştınız mı? Özellikle gecekondu mahallesini aramadık ama bulunca da sevindik. Bulunduğumuz yerle hemen temasa geçtik ve mesela ilk yıl Kuştepe'de mahalleliye bir parti verdik. Muhtara bütün çocukları aileleriyle birlikte davet ettiğimizi söyledik. Çünkü merak ediyorlar. Üniversitenin içerisi nasıl bir şey. Bir anda yeni insanlar geliyor. Öğrenciler geliyor. Kendi alışık olmadıkları tarzda giyiniyor. Otomobiller girip, çıkıyor. Biz kampusu yaparken çok tartıştık. Üniversitenin duvarları olur. Ama biz inşaatı yaparken, duvarları çok alçak yapalım, dışarıdan içerisi görünsün. Bu metafor olarak da çok anlamlı bir şeydir. Dışarıdan içeriyi görürlerse meraklarını da yenerler ve bize daha dostça davranırlar diye düşündük. Söylediğim partiyi yaptık ve okulun bahçesini, koridorlarını açtık. Çocuklar koştu, oynadı, sınıflara girip, çıktı. Önce çekinmişlerdi, sonra kalabalık arttı, herkes çok eğlendi.