Yakamoza Pansiyon
Önümde hiç gitmediğim ve görmediğim bir pansiyonun minik tanıtım kartı duruyor: "Yakamoza Pansiyon" Adres, Ovabükü, Mesudiye, Datça... Minik kartın bir bölümünde Akdeniz'deki güneşin batışı ve tropikal bölgeleri anımsatan plaj resimleri var... Diğer yanında ise pansiyonun, bölgenin bitki ve süsleriyle düzenlenmiş olan bahçesi...
***
Bu pansiyonun ardında saklı olan hikayeye dönmeden evvel, Muğla'ya uğramak istiyorum. Muğla gerçekten belki de en şanslı illerden biri. Yarısı Akdeniz'de, yarısı da Ege'de olan başka ilimiz yok herhalde. İki ayrı ve çok derin kültürü kendinde birleştirmesinin yanı sıra her biri ayrı cazibe odağı ilçeleriyle de Muğla büyük ikramiyeyi her defasında kazanan bir talihli gibi... Muğla'nın bu özelliklerini bilmek ve teslim etmek, herhangi bir ilçesi ile daha derinden tokalaşmayı önlemiyor... Hatta tanıdıkça ilçeleri kentin önüne geçiyor...
***
Muğla'nın ilçelerinden Datça'yı eliyle, yüzüyle, gözüyle, tüm bedeniyle tanıyınca onu en öne koyabiliyorsunuz... Datça'nın bükleri, başka bir anlam taşımaya başlıyor. Harita üzerinde bir harf olmaktan çıkıp, cennetten yeryüzüne düşmüş mekanlara dönüşüyor... Yakamoza Pansiyon'un altındaki adresi de, sadece bir ilçe, sadece bir mahalle, sadece bir bük olarak değil, böyle bir coğrafya parçasının hangi tanrısal parçasında diye okumaya başlıyorsunuz...
***
Muğla, Akdeniz ve Ege kültürünü eşit bir şekilde özümseyen bir il ama Yakamoza Pansiyon'un işleticisi Lütfü çok başka bir coğrafyadan... Lütfü Sönmez, anne, baba, büyük ağabey İsmail yıllar önce, iç karışıklıkların ve acıların ağır yaşandığı zamanlarda Datça'ya geldiler... Aradan o kadar uzun zaman geçti ki, artık bir yanları Muş'ta ise diğer yanları deryada... Yakamoza Pansiyon, bana bu coğrafyada yaşadığımız sosyolojik gelişmelerin bir laboratuvarı gibi görünüyor... Sönmez ailesinin inşaat işçiliğinden pansiyonculuğa geçişinden bir diğer kültürün öbürüyle kaynaşmasına kadar, yakın bir tarihin fırça darbelerinin oluşturduğu bir palet hissi veriyor...
***
İnsanlık süreçleri hep çalkantılarla yol alıyor... Türkiye kendi sorunlarını demokratikleşerek çözemeyince ağır faturalar ödüyor... Güneydoğu yanıyor, yakılıyor, boşaltılıyor... Binlerce çocuğumuzu toplumsal beceriksizliğimizin kurbanı haline getiriyoruz. Üç milyona yakın insan oralardan göç ediyor... Büyük kentlere, sahil kenarlarına... Önceleri yabancılık çekiyorlar, adetler birbiriyle uyuşmuyor, yabancılık hissi gerginlik yaratıyor... Sonra yaşamın temposu hayatı harmanlıyor... Kendi mikserinde eritmeye başlıyor... Görmediğim ve gitmediğim Yakamoza Pansiyon'un tanıtım kartının ardında, benim okuduğum süreç çok farklı... Muşlu Lütfü'nün, Akdeniz ile Ege'nin öpüştüğü diyarlarda yönettiği bir deniz kıyısı pansiyonu...
***
Akdeniz'e oldum bittim bayılırım... O denizin havası ve coğrafyası, özellikle de ışığı beni büyüler... Portekiz'- den başlayıp, Kudüs'e kadar uzanan zeytin diyarı... Şimdi orada, yakın tarihlerini bildiğim ve büyümelerine şahit olduğum bir doğulu ailenin pansiyonu var... Gelecekte neler olacak? İsmail'in ve Lütfü'nün çocukları nasıl bir gelişimden geçecek? Güneydoğu'da zeytinyağı yoktur... Güneydoğu'da balık yoktur... Şimdi bulundukları noktada ise hayatın esasını zeytinyağı ve balık oluşturmakta... Çileli toplumsal süreçler, kültürleri de harman ediyor... Kırları kentlere katıyor... İnşaat işçiliğinden pansiyon işletmeciliği çıkartıyor... Bunun hangi derecede başarıldığını ise Yakamoza Pansiyon'a gidince göreceğim... Bakalım, tanıtım kartında görülmeyen sosyolojik resim ile günlük yaşam arasında ilişki nedir, hangi oranda uzlaşıp, hangi oranda birbirlerinden uzaklar? Onu da görünce yorumlamaya çalışmakta fayda var... Bunları yolunuz oralara düşerse, Yakamoza Pansiyon'un ardındaki tarihi bilin diye yazdım...
|