Hıncal Uluç'un uçan halıları
Çalışma odamın penceresi Erenköy Kız Lisesi'ne bakıyor. Bu okul benim için çok önemli. Birçok arkadaşım var, sıralarında dirsek çürütmüş; Şahika, Zeynep, Işın, Yaprak, Gülay, Uğur... Dahası, yaşadığım evin anahtarını çantasında taşıyan, okulun ağaçlarına penceremden birlikte baktığımız sevgili Belgin de bu okuldan mezun! Tarih: 1 Nisan 1986... Belgin ile üç haftalık evliyiz... Salah Birsel'e "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu" kitabını imzalatıyorum. Hocanın Bostancı / Çatalçeşme'deki evindeyiz. Kitabın 194. sayfasındaki fotoğrafın altını imzalamasını rica ediyorum... O da "Belgin Akın'a sevgiyle" diye atıyor imzasını. Fotoğraf, Erenköy Kız Lisesi'nin kapısının önünde çekilmiş. Dört arkadaş poz vermiş kapının önünde: "Salah Birsel, Sabahattin Kudret Aksal, Lütfü Özkök, Oktay Akbal"... Edebiyatçılarımız "Matineciler" olarak tanıtılıyor okura. Bu fotoğraf, şiir matinelerinin yoğun olarak yapıldığı 1956 yılında çekilmiş. Biz de, bir dönem şairlerin halkın arasında olduğu, şiirin fildişi kulelere çekilmediği o yılların bir tanığına kulak veriyoruz: "Tıklım tıklım dolu olurdu salon. Hele Ankara Koleji. Bu kültür yuvası o kadar çok şiir günü düzenlerdi ki. Evim kolejin yanındaydı. Fahri kolejliyim, kaçırmazdım. Şairler gelir, kendi şiirlerini okurlardı. İyi şiir okuyanlar da en ünlü dizeleri... Hele bir gün... Ergun Evren şiirini okumuştu kolejde. Bir başka ünlü şair, 'Böyle şiir lisede okunur mu?' diye ayağa fırlamış, terk etmişti salonu. Ergun'la dalga geçmiştik, yıllarca 'Müstehcen Şair' diye."
d KAPIYI ANAHTARLA AÇMAK Olayın tanığı Hıncal Uluç'tur... Sevgili Uluç (Sayın dersem kızar!) yukarıdaki yazısında adını vermemiş olsa da "Yaşamdan Dakikalar"ın çekimi için bir araya gelip yaptığımız sohbetlerin birinde, salonu kızgın adımlarla terk eden şairin Salah Birsel olduğunu söylemişti. Uluç'un yazısını, elimden düşürerek birkaç solukta okuduğum yeni kitabı "Kapıyı Anahtarla Açmak"tan aldım yazıma. Evet, "Elimden düşürmeden, bir solukta okuduğum" demedim. Çünkü ben, sevdiğim kitapları çarçabuk okumam, zor olsa da bekletirim; böylelikle okumayı hemen bitmesini istemediğim bir şölene dönüştürürüm. Kitap, Hıncal Uluç'un her biri birer uçan halı olan denemelerinden oluşuyor... Otur birinin üstüne uç git Madrid'deki Kraliçe Sophia Müzesi'nin duvarından birine asılı Picasso'nun "Guernica" adlı tablosunun önüne... Resmi beğenmeyenlerin "Bu resim değil afiş olmuş" ya da "Bu dört yaşında bir çocuğun bile resimleyebileceği vücut parçalarından bir çorba" dediğini, sizi tablonun yanında bekleyen Uluç kulağınıza fısıldayacaktır. Bir başka uçan halı, deniz kıyısında torunuyla gezinen yaşlı bir adamın yanına götürüyor bizleri... Adam, "Sana bir ada hediye edeceğim" diyerek sahile getirmiş torununu. Dedesinin ada dediği ters dönmüş, her tarafı delik deşik olmuş bir kayıktan başkası değil!.. Yaşlı adamın o gün torununa söylediklerini Hıncal Uluç'tan okuyoruz: "Gördüğüne bakma, hayal et oğlum. Bu adayı nasıl istiyorsan öyle hayal et. Hayal gücü hayatın kaynağıdır." Çocuğun adı P. T. Barnum'dur... "Harikalar Sirki"nin kurucusu Barnum!.. Hıncal Uluç, okuru sirk dünyasının ünlü mimarıyla tanıştırdıktan sonra, bir başka dahinin önünde bırakıyor. Beyaz saçlı adam, hayatının özetini sunuyor bizlere: "Hayal gücü bilgiden öndedir"... "Aaa, Einstein" diyoruz ki, bir başka uçan halının üstünde, gecenin siyah pijamasına takılı hilale ulaşmak için üst üste çıkan ayıların yanına doğru yola koyuluyoruz "Yaşamdan Dakikalar"ın izleyicileri arasında "Hıncal Uluç'un bu yönünü hiç bilmiyorduk" diyenlerle karşılaşıyorum. Bence, Hıncal Uluç'u kimilerinin bir dama oyuncusu olarak görmelerinin nedeni, yazarın adının televizyondaki "90 Dakika"yla anılıyor olmasıdır. Okumayan bir toplum olduğumuz için Hıncal Uluç'un on kitabından, onu tanıyan çoğu insanın haberi yoktur. Ne Hıncal Uluç ne de Haşmet Babaoğlu futbolla çerçevelenecek yazarlardır. Futbol, onların yazı hayatında bir "taç" atışıdır olsa olsa... "Yaşamdan Dakikalar"da Hıncal Uluç'un yaptığı usta hamlelere kimilerinin şaşırması, adının "futbol yazarlığı" denilen dama oyuncuları arasında anılmasındandır. Bir de Nebil Özgentürk var tabii ki... "Yaşamdan Dakikalar"ın 4. şövalyesi... Uluç'tan, Babaoğlu'ndan söz açılınca Özgentürklerin Nebil'i unutulur mu hiç? Siz unutursanız Vahi Öz, Cevat Kurtuluş, Neriman Köksal, Sami Hazinses ve daha niceleri rüyanıza girer o gece, hayatınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçeceği o son anda "kahraman"sız kalır, üşürsünüz... Asansörle ilgili bir deneme kaleme almıştım, II. Abdülhamit'in öfkesinden Amerika'ya kaçmakla kurtulan Ubeydullah Efendi'den, Sovyet Devrimi'nin şairi Mayakovski'ye uzanan... Sevgili Uluç'un "Kapıyı Anahtarla Açmak" adlı son kitabının en can alıcı yazılarından biri de "Asansör Üzerine Pazar Çeşitlemeleri" adını taşıyor: "Asansöre yürürken, binince kafamızda düğmeye basma şartlanmışlığı var. Öyle bir şartlanmışlık ki bu, basılı olduğunu görsek bile kendimize hakim olamıyor, bir de biz basıyoruz." Hıncal Uluç, askerliğini yaptığı Mamak'tan haftalar sonra ilk kez izne çıkarak Kızılay'a gelir... Kız arkadaşıyla buluşacaktır. Meydanda karşılaştığı bir arkadaşı ona gökdeleni göstererek, üst katındaki bürosuna davet eder... Uluç, içinden "On dakika kaybetsem bir şey olmaz" diye geçirerek kabul eder daveti... Ne var ki, dönerken asansör bozulur ve Hınca Uluç tüm izin gününü iki kat arasında asılı kalan asansörde geçirir!.. Bu öykü kitapta yok. Sevgili Uluç, "Yaşamdan Dakikalar"da anlatmıştı bu asansör öyküsünü. Biz son noktamızı bir alıntıyla koyalım, yüreğinizdeki kilitlerden hiç değilse birini açacak olan Hıncal Uluç'un kitabından: "Anahtar, sevgiliye en büyük armağandır. Çünkü hayatınızın en büyük fedakarlığıdır, evinizde özgürlüğünüzden vazgeçmek..."
|