Ya o doksan altın olmasaydı?
İnekleri otların yoğun olduğu tarla kenarlarında otlatan çocuğun eve dönerken gülen yüzünü sabah güneşi aydınlatıyordu Yüzü gülüyordu çocuğun çünkü, aklına yaptığı işin mükafatı olan kaymaklı yoğurt geliyordu! Babaannesinin verdiği bir tas yoğurdu anne ve babasına yakalanma korkusuyla hızlı hızlı kaşıklıyordu. Sarı saçlı, açık renkli gözleriyle güzel bir kadın olan babaanne kayırırdı hep küçük Mustafa'yı. Çok sevdiği torununun okumasını çok istiyordu; Mustafa'da sanki, İstiklal Savaşı'na katılmak üzere evden çıkan ve cepheden geri dönemeyen kocasını görüyordu!.. Mustafa ilkokulu bitirdiği yaz babası tarafından bir lokantaya verilir çırak olarak. Yoksul olan Mehmet Bey'in Mustafa'- yı okutacak gücü yoktur. Babaanne bir gün oğlunu kenara çeker ve şunları söyler: "Bak oğlum, bu altınları al ve Mehmet'i okula kaydettir. Bu altınlar bir süre onun masraflarını karşılar. Baban seni İstanbul'da okutmak için 90 altın biriktirmişti. Savaş yüzünden seni okutamadık. Torunum okuyacak. Okula kaydettirmezsen hakkımı helal etmem."
BABAANNENİN ÖLÜMÜ Mustafa orta okulu birincilikle bitirir. Başarısının karşılığında öğretmen okulunda yatılı olarak okuma hakkını kazanır. Sonra Şöyle anlatıyor sonrasını küçük Mustafa: "Bursa'dan ayrılıp Balıkesir'e gittim. Babaannemden ayrılmak ve ayrı kalmak çok zor geldi. Fakat o öyle sevinmişti ki Balıkesir'de öğretmen okulunda başarılı oldukça babaannemin yanındaymışım gibi mutlu olurdum. Okuma yoluna girmiştim artık. O da böyle düşünüyordu. Babaannemin hasta olduğunu babamın yazdığı mektuptan sezmiştim. Bir cumartesi yatakhanede ağlamaya başladım. Babaannem ölmüş gibi geldi bana. Sonradan tatil için Bursa'ya gittiğimde, babaannemin o ağladığım cumartesi günü öldüğünü öğrendim." Babaannesinin biricik torunu Mustafa, Anakara Gazi Enstitüsü Resim-İş Bölümü'- nden 1949 yılında mezun olduktan sonra Münih Grafik Sanatlar Akademi'ne devam eder ve Stuttgart Grafik Sanatlar Okulu'nu bitirir. İlk sergisini Stuttgart'ta açan sanatçının yurt içindeki ilk sergisi 1959'da Beyoğlu Sanat Galerisi'nde ülkesindeki sanatseverlerle buluşur. İstanbul'un Göztepe semtinde, bu bölgenin en seçkin sanat galerisi olan Teksin Sanat Galerisi bulunuyor. Pencereleri Göztepe parkına bakan, Tütüncü Mehmet Efendi caddesi, no: 2 adresinde bulunan bu galeri çölde bir vaha gibidir benim gözümde. Bağdat Caddesi'nin alış veriş yapışkanlığından kurtulmak isteyenler şu günlerde mutlaka Teksin Sanat Galerisi'- nin kapısını çalsınlar. Çünkü bu güzel mekanın duvarlarında, babaannesinin kaymaklı yoğurdunu keyifle kaşıklayan o çocuğun eserleri sergileniyor! Mustafa Aslıer'in sergisi "Analara Ağıtlar" adını taşıyor. Ressamın eserlerinde çocuklarıyla, torunlarıyla ve kocasıyla Anadolu kadını yer alıyor. Sergiyi gezerken "Acaba hangi kadın sanatçının babaannesi" diye düşünsem de, bir an, tüm kadınların aslında kendi annem , anneannem ya da hiç tanıyamadığım babaannem olduğunu hissediyorum. Üreten, koruyan ve doğuran kadınlarımızın, annelerimizin dünyasını tahta oyma, metal gravür ve akrilik gibi değişik teknikler kullanarak anlatıyor Mustafa Aslıer. Bu sergide sizin de anneanne ya da babaannenizin bir resmi vardır mutlaka. Sanatçı şunları düşünüyor kadınlarımız için: "Kurtuluş savaşı sırasında cephedeki eşleri ve oğulları aç ve de çıplak kalmasın diye doğayla boğuşan anneler, anneanneler cepheye cephanede taşımışlar: düşmanlarla yüz yüze bile savaşmışlardır. Anneler çocuklarıyla beraber Türkiye'yi de yaşatıp ayağa kaldırmışlardır. Annelerin çocukları için yapamayacağı şey yoktur. Benim yaşımdakilerin anne ve anneanneleri benimkiler gibi yaşamıştır."
ANALARA ANITLAR Teksin Sanat Galerisi Mustafa Aslıer'- in "Analara Anıtlar" sergisiyle anlamlı bir armağan sunuyor anneler gününe. Sergilenen eserler bu ülkede anne tarihinin birer belgeleri niteliğinde. Sanat eserleri üretildikleri yılların tanığı değiller midir? En ünlü kadın tablosu hiç şüphesiz ki, Leonardo da Vinci'nin "Mona Lisa"sıdır. Mustafa Aslıer önünde kuyruklar oluşan bu tabloyu bakın nasıl anıyor: "Daha sonraki yıllarda sabahın alacakaranlığında semersiz, yularsız eşeğe binmiş, kucağında, sırtında, heybenin iki torbasında iki çocukla tarlaya çalışmaya giden anneler gördüm. Gurbetteki çocuğunu son bir defa görmek için Allah'a yalvaran hasta ve yaşlı annelerin yakarışlarını duydum. Küçük kızına halı dokumayı öğretirken gülümseyerek ona doğru eğilen annelerin Mona Lisa'dan daha güzel görünüşlerine tanık oldum. Hiyeroglif'deki göz simgelerini anımsatan, çizilmiş gibi keskin kirpikleri ve kaşları olan gözler, beyazı tam beyaz, karası kapkara." Mustafa Aslıer'in resimleri karşısında bir de şu soru geldi aklıma: Ya o 90 altın olmasaydı!?
|