Her şeye rağmen
Bildiğiniz gibi şimdi üç ayda bir kontrollerim var o kadar. İlk ikisi gayet iyi çıktı. Çıktı çıkmasına ama benim de her gün tekrar başım ağrımaya başladı. Bir taraftan tat alma duygusu ve tükürük olmadığı için yemek yemek, uyumak için, savaşmak, kuru bir geniz ve boğazla konuşmak için sürekli karın kaslarımı kullanmak, devamlı ağızda acayip bir acılıkla dolaşmanın üzerine inatçı migren eklenince iyice yoruldum. Ağzım, burnum da uçuklayınca günlük hayat zorlaştı; "Bu kadar ağrı ve zorlukla yaşamak da yaşamak mı" derken buldum kendimi. Nerede benim reiki'lerim, bioenerjim, pozitif düşünce gücüm? Unutuyorum. Her şeye üzülüyorum. Kuruluk yüzümü, görünüşümü de esir alıyor, çirkin, bin yaşında ve Frankeştayn gibi oluyorum. Bu yüzden çıktığım zaman da kaçıyorum insanlardan.
SERSEMLETEN FİLM Dün "Bir Milyon Dolarlık Bebek" filmini seyrettik. Kadıncağız ancak hayatı işkence olunca vazgeçiyor hayattan. Nefes borudan, her tarafı kırık, omurilik öyle hasarlı ki hiçbir yerini kımıldatamıyor, gözlerini bile zor oynatıyor. Müthiş bir film. İnsanın içine oturuyor. Bitince sersemliyorsunuz. Pazar günü başağrısından ve karamsarlıktan kendi sahillerime çarpan tsunamilerle boğuşurken bir arkadaşıma telefon ettim. "Akşam Beyoğlu'ndaki Markiz Pasajı'nın içindeki Biriki'de buluşalım, bak ne kadar iyi gelecek" dedi. Sonra "Ağrırsa ağrısın" deyip ilaçları yanıma alıp çıktık. Bebek Divan Pastanesi'nin alt kattaki yeri çok güzel oldu. Cam kenarında denizin hırçın kıpırdanışlarına bakarak bir şeyler yedik. Maçka G Mall'da "Ray" filmini görmek istiyorduk. Trafik o kadar yoğundu ki film başlamak üzereyken hala Ortaköy'deydik. Birden Princess Otel'in duvarında afişi görünce arabadan inip oradaki sinemaya giriverdik. İyi ki gördüm. Bir başarı hikayesinin ardında ne acılar, ne zorlu bir mücadele yatıyordu. Oscar'ı fazlasıyla hak eden oyuncuyu filmin sonuna doğru hayalinde gözlerini açıp annesiyle konuştuğu sahneye kadar Ray Charles'ın kendisiymiş gibi seyrettim. İnanılmaz güzel oyunuyla sanki o olmuş. Çıkışta "Çok erken ne yapacağız buluşma saatine kadar" derken trafikten geç bile kaldık. Biriki'ye bayıldım. Her pazar 18.30'dan 22.00'ye kadar caz var. Bir kişilik. Şarkıların müziğini geçtiği müzik aletiyle Louis Armstrong görüntüsünde biri, Ray Charles lezzetindeki sesiyle bildiğimiz parçaları söylüyor. Yalnız söylemekle kalmıyor, ona buna İngilizce takılıyor. Çok sempatik bir adam. İki haftalığına gelmiş 16 senedir burada yaşıyormuş. Bir Türk hanımla evlenmiş. Eşi ve kızıyla tanıştırdı bizi. Kayınvalidesinin yaş gününü kutladılar. Herkes çok kendi halinde, en rahat kılığında, oturduğu yerden müziğe eşlik ederken kıpır kıpır. Daha önce bir ara mikrofondan "Filiz Akın kim" dediğini duydum ona el salladım. Baktım mikrofondan anlatıyor. Müziğe ara verdiği bir sıra "Neden hepiniz o hanımla ilgileniyorsunuz" diye sormuş. Onlar da "O bizim çok sevdiğimiz bir kişi. Filiz Akın'ımız" demişler. "Şimdi ona bir şarkı söylemek istiyorum" diye devam etti. Elvis Presley'den "Only You"yu söylerken Sönmez'le göz göze geldik. Yavaşça uzanıp elini tuttum. Sanki şarkının sözlerini o söylüyormuş gibi içimden "Boynum sakat, bu başağrısını nasıl halledeceğimi bilmiyorum ama bana yaşama gayreti verdiğin için teşekkür ederim" diye mırıldandım. O duymadı ama "İyi ki yaşıyorsun" der gibi şefkatle bakıp elimi okşadı. Biriki (Restoran-kafe) (0212) 245 84 25 Beyoğlu İstiklal Cad. 360 Markiz Pasajı No: 102
BİR HAYRANLIK İFADESİ Not: Bir ara yanımıza yakışıklı bir genç adam geldi. "Ben Nihat Odabaşı, küçük yaşlardan beri size hayranım ama bir tek sizin fotoğraflarınızı çekemedim. Burada görünce eşinizin hoşgörüsüne sığınarak size pasajdan aldığım bir anıyı bırakmak istedim" dedi. İçinden kırmızı bir gül görünen kalp şeklindeki kutuya teşekkür ederken "Biliyorum, İlker ve Güzide'ye söylemişsiniz, ama ben sizin çocukluğunuzdaki görünümde değilim artık. Sizi hayal kırıklığına uğratmamak için kaçıyorum fotoğraf olayından" deyip bu çok ünlü fotoğrafçımızın yanaklarından öptüm.
|