Saint-Joseph'te dayanışma
Frankofoni Haftası 1988'den beri içinde bulunduğumuz mart ayının son günlerinde Fransızca konuşan pek çok ülke yanında ülkemizde de kutlanmakta... Bugün dünyada 18 ülkenin resmi dili Fransızca. 57 ülkede de Fransızca ya ikinci dil ya da yaygın olarak kullanılmakta... Ellili yılların sonlarında ortaokula başladığımda Türkiye'nin pek çok öğrenim kurumunda olduğu gibi Salihli Ortaokulu'nda da yabancı dil Fransızca idi. Gerçi kasap dükkanlarının vitrinlerini "Etlerimiz frijderdedir" misali kimi yazılar süslese de İngilizce günümüzdeki kadar yaygın bir hal almamıştı. Adı, şimdi anılarımın hangi dehlizinde yaşamaktadır, bir Fransızca öğretmenimiz vardı. "Doktor" olarak çağrılırdı öğretmen arkadaşları ve öğrencileri arasında... O yılların küçük kasabasında herkes de onu "gerçek" anlamıyla doktor sanırdı. Bundan rahatsızlık duyduğu için de sık sık açıklamalarda bulunurdu: "Çocuklar, ben kadın ya da çocuk değil, dil doktoruyum." Geçen perşembe sabahının saat dokuzunda İstanbul Saint-Joseph Lisesi'ne "Çevre ve Dayanışma" üzerine konuşma yapmaya giderken bütün bunlar düştü zihnimin kuyusuna... O ellili yılların küçük kasabasında Fransızca öğrenmeye çalışırken, bugün gençliğimin geç yaşında ülkemizde yüzyılı aşkın Fransızca eğitim yapan köklü bir eğitim kurumunda Türkçe de olsa bir konuşma yapmanın heyecanı nasıl tarif edilebilirdi? İstanbul Saint-Joseph Lisesi de dünyada Fransızca konuşan ülkeler misali 22-25 Mart arasında "Dayanışma ve Çevre" ana başlığı altında "Frankofoni Haftası"nı kutladı; TEMA, Doğal Hayatı Koruma Derneği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Galatasaray Lisesi gibi kimi kurum ve kuruluşlarla... Etkinliklerin ayrıntılarını sıralasam bu köşenin sınırlarına sığmayabilir. Çünkü okulun her alanı, etkinliğin bir sahnesine dönüştürülmüştü adeta... Bir yanda spor dalında turnuvalar düzenlenirken spordan arta kalan zaman "Hükümet" ve "Muhalefet" grupları arasında geçen "münazara"lar ile bezenmişti. Filmler gösteriliyor, bilgi yarışmaları yapılıyor, kardeş okullar ziyarete geliyor, yardım kampanyaları düzenleniyordu. İlköğrenimde sekiz yıla geçilince resim dersi kaldırılmıştı ama okul idaresi, resim öğretmeni A. Selçuk Kızılışık'ı görevden almayarak "Güzel Sanatlar Kulübü" nün başına geçirmişti. Kızılışık, şimdilerde "İstanbul veya Çanakkale'den İstanbul" başlığı altında öğrencileriyle hazırladığı sergide "yozlaşma" üzerine bir çalışma içindeydi. Gerek Saint-Joseph'in yakın tarihinde belki de ilk kez yapılan "münazara"larda, gerekse 9. sınıflara yaptığım "Çevre ve Dayanışma" üzerine konuşmada soran ve sorgulayan bir gençlik karşısında buldum kendimi. Tartışan, araştıran, irdeleyen; sorduğunun yanıtını da bilen bir gençlik... 9. sınıf öğrencileri, eskinin deyişiyle lise birinci sınıflar, özellikle küreselleşme, medya dünyası, şiir üzerine sorularıyla konuşmamın akışını dahi değiştirdiler. Konuşma boyunca, kürsüde değil de onların arasında ben de bir öğrenciydim sanki. Söyleşi, bir ders saatiyle sınırlı olmasaydı herhalde akşama kadar sürebilirdi. O gün "Çorbada senin de tuzun olsun" başlığı altında Türk ve Fransız mutfağından hazırlanan yemek ise öğretmen-öğrenci kaynaşmasının bir göstergesiydi. Şimdi, Saint-Joseph Lisesi adına edebiyat öğretmeni Füsun Esin'in o günün anısına armağan olarak verdiği bir Saint-Joseph gravürü süslemekte çalışma odamı... Baktıkça ortaokul ve lise yıllarımı da hatırlıyor ve diyorum ki, "Gençlik güzeldir". Ve Türkiye'nin önü açık ve aydınlıktır... Çetin Altan'ın dediği gibi "Enseyi karartmayın"...
|