Hayatımızı işgal eden reklamlar
Paris Reklam Müzesi'ndeki "Her şey reklam" adlı etkinlik, son otuz yılda reklam sektörünün hayatımızı nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. Sergi, petrol krizinin damgasını vurduğu 70'li yıllardan başlıyor.
Hatırlarsanız, bundan birkaç yıl önce, akıntıya tamamen ters kürek çeken bir avuç akıllı insan ortaya çıkmış ve reklam tabelalarının kentlerde metrekarelerce alan işgal etmesini protesto etmeye başlamıştı. Naomi Klein'in "No logo" kitabında uzun uzun anlattığı reklam karşıtı kampanyalar, elbette ki bu kuvvetli sektörü hayatımızdan silmeye yetmedi ama kendisi, The Times tarafından "Dünyanın en etkili insanlarından biri" seçildi. Bir de - hadi iyimser olalım - önayak olduğu gösterilerle tüketim "manyaklığına" biraz olsun dizgin vurulmasını sağladı. Ama elbette ki, reklam sektörünün hayat alanlarımızı işgali öyle devasa boyutlara vardı ki, artık ben buna resmen hipnoz diyorum. Çünkü artık reklam sadece basında değil, hakikaten her yerde. Cep telefonlarında, duvarlarda, sokaklarda, objelerde, seyrettiğimiz bir filmin sahnesinde, hatta bazen kendi bedenimizde, yani tişörtümüzün sırtında. Sergiyi hazırlayan sosyologlara göre, reklamlar, gelişmiş kentlerde oturan nüfusun üzerinde artık sadece satın alma etkisi yapmakla kalmıyor, hayat biçimimizi de derinden etkiliyor. Ürünler "Arzu nesnelerine" dönüşürken, onları "Arzu ettiren" devasa kampanyalar da toplumun değerlerini ve davranış biçimlerini yavaş yavaş ama kökten değiştiriyor.
150 FARKLI OBJE Paris Reklam Müzesi, afişler, filmler, spotlar, fotoğraflar, ambalaj kağıtları gibi tam 150 farklı objeyle son otuz yıla bir de reklam penceresinden bakıyor. Reklamla sosyolojiyi bir araya getiren etkinliğin adı; "Her şey reklam". Sergi, petrol krizinin damgasını vurduğu yetmişli yılların reklam kampanyalarıyla başlıyor, ardından da teknolojinin inanılmaz sürati ve ekonominin liberalleşmesiyle, reklam ajanslarının (abartmıyorum) dünyayı ele geçirişini anlatıyor. Sergide anılan başka bir tehlikeli eğilim de reklamla sanatın iç içe anılması; Sarah Moon, Peter Lindberg, Nan Goldin gibi sıkı sanatçıların reklam fotoğrafları çekmesi, Godard'dan Chabrol'e kadar en önemli sinemacıların reklam filmlerine bulaşması, sanatı değilse de en azından sanatçıyı reklam dünyasına buyur etti ve reklam, yaratıcılığın en yüksek olduğu sektörlerden biri haline geldi. Tabii ki, neticede yoğurt ya da deterjan satmaya yarayan bir mesleğin mensuplarının sanatçı olduklarını iddia etmeleri son derece sinir bozucu ama iyi reklamcıların yaratıcı beyinler oldukları da bir gerçek. Profili, 80'li yıllardan bu yana iyice değişen tüketici figürünü cezbetmek gittikçe zorlaşıyor. Bir süpermarkette kasaya ulaşana dek en az 60 ürün gören birisinin kafasına bir markayı kazıyabilmek için artık daha da yaratıcı olmak gerekiyor ve devreye "olay-reklam" giriyor. Sergide yer verilen bir diğer konu da bu "event'ler". Sponsorları olan spor turnuvaları, sergi, tiyatro, festival, konserler, filmlerin içine giren markalar, ürünleri sanat ve spor seyircisine ulaştırıyorlar. Bu arada, reklam sektörünün uluslararası devlerinin serginin açılışına icabet ettiklerini de yazmadan geçemeyeceğim: Uzun dişli patronlar, kendilerinin 30 yılda dünya ekonomisini nasıl perişan ettiğini anlatan sergiyi gezerken, hayrettir, çok ama çok eğlendiler. Galiba, son kampanyalarının başarısız olması dışında hiçbir şey onların keyfini kaçırmaya yetmiyor!
Sedef Ecer
|